Sadece can sıkıntısı üzerine kurulmuş bir imparatorluktu bizimkisi. Kendimizi mühim hissettiren vazifeler alıyor, büyük sorumlulukları takım ruhuyla bölüşüyorduk. Ünvanlar, duyguları yok ediyordu. Zincir tamamlandığında ise en zayıf halkayı aramızdan eliyorduk. Cümlelerimiz geniş kitlelere yayılıyor, çalıntı koleksiyonlarla hayatı tasarlıyorduk. Toplantılarımız da bir çeşit arenaydı. En şık giyinenimiz, en az bilenimizdi hep. En çok bilenimiz, en çok yanılanımız olmuştu. Bilgi, bir çeşit çöplüğe götürüyordu bizi. Bildiğini susmak, marifetten sayılıyordu.
Başka lisanlar kullanmak, anlatılanı çekici kılıyordu. Aslında birdi perişanlığımız ama duyguyu anlatmanın en dolaylı yolunu seçiyorduk. Ayağımıza dolanan detaylarda boğulurken, selamlaşmayı unutuyorduk bazen. Bu bir çeşit mesafe oyunuydu. Küçük görmek isteğimiz her şeye uzaktan bakıyorduk. Yaklaştıkça devleşen cisimlerin aramızda yeri yoktu.
Daha çok insan tanıyor. Cümleler arası mesafeleri kapatıyorduk. Cümleler de kısalmıştı. Meramını anlatan hızla uzaklaşıyordu aramızdan. Hafızayla da pek bir işimiz kalmamıştı. Uzun süreli belleğe atacağımız anılar biriktirmiyorduk. Geçmişe dönük yapılan yatırımların hepsi anlamsızdı artık. Gelecek kalkınma planlarımızın hiç birinde yoktu yalnızlık. Kalabalığın motivasyonuna alışmıştık. Her gün diğerinden daha renkliydi artık.
Birbirimizi anlamanın en iyi yolu, aynı hataya sürüklenmekti. İşbirliği diyorduk buna. Yardım etmenin en iyi yolu aynı çamura basmaktı. Hataya odaklanıp, niyeti unutmuştuk artık.
Ç. 10'14
27 Ekim 2014 Pazartesi
20 Ekim 2014 Pazartesi
Ev
''Bana muhtaç hissetmen benim hoşuma gidiyor'' dedi. ''Eşyaların, bende kalabilir. Ben de sana muhtacım. Zorda kaldığımda, gidecek hiç bir yerim olmadığında,yanında huzurlu hissedebileceğimi bilerek yaşamak ne güzel olurdu. Lütfen sen de öyle hisset. Senin evinde benim nelerim var bilsen...''
Ç. Hüzn-ü Ekim
Ç. Hüzn-ü Ekim
Kaydol:
Yorumlar (Atom)