29 Ocak 2016 Cuma

artı eksi

X' in yanından 3'ü çektiğimde hep o 3 ün ne hissedeceğini düşünmekten matematiğe küsmüş insanım. Bu pozitif ilimler benım tarzım değil. Ben bunun yerıne, güneşin yanına bulutları, ayın yanına yıldızları koydum. Bu yuzden sanatı seçtim ya da o beni seçti kimbilir.
Sanatta hep kolaj var. Birleşmeden doğan melez bir estetik. Halbuki matematik öyle mi? Hep ekle, hep çıkar. Hep sağlama al, hiç güvenme. Hepsine bir değer ver " örneğin x de".   Değer üzerinden sonuca ulaş. En kötü, şıklardan git. Aynı paydada birleştir; aynılaştır. Hep bir sonucun olsun. Başarının ölçütü " doğru sonuç olsun". Tek bir doğru olsun ve onun dışındaki eldeler tümden yanlış olsun. O kadar uzak ki benden bu kavramlar.
"A noktasından B noktasına  kaç saatte gidilir?" bir takım verilerle bulmak akıl kârı gelmedi hiç. Benim için gitme hevesidir yolları kısaltan. Örneğin çok istersen gidersin; budur A noktasından B noktasına ulaştıran gerçeklik. Bir noktadan geçen sayısız doğruyu hele hiç anlamamışımdır.  Kaç kişi yolunu kesen milyonlarca doğru ile karşılaşacak kadar şanslı ki... 
İşte bu yüzden sanat var. Matematiğin söylediği yalanları pembeye boyamak için. " Pembe yalanı" işte biz böyle yaptık. 

Ç. 

İst' 30'1'16

18 Ocak 2016 Pazartesi

Sana buraları anlatmak isterdim. Tohumunu öptüğün çiçeğin büyüyüp kaç bahara soyunduğunu,,,
Her şeyi olumlamak, mazi tarafından kafanıza sıkılmış bir kurşundur. 

13 Ocak 2016 Çarşamba

Ademoğlu

Hiç kimse bir sonraki dakika için kaygı duymuyorken, gelecek hakkındaki umarsızlıkları için onlara nasıl hesap sorulabilir..? Bizler, kimliği bilinmeyen bir uyuşturucunun tesiri altında, annesi tarafından playbackli ninniler söylenmiş bir çocuk kadar kandırılmışız. Çaresizliğimiz öyle büyük ki baharda tekrar yeşermek için kendi ölümümüzü bekliyoruz. 

2 Ocak 2016 Cumartesi

Softuoğlu Çıkmazı

Bir gün abime demiştim ki: "İmkanım olsa, oturduğumuz bütün evlere bir defa girer dolaşırdım odalarında." Duvarlarına dokunurdum, hatıralarımı izlerdim, nerde gitarı elime almışım ilk, ilk yazımı nerede yazmışım, ilk dişimi hangi  çatıya atmışım, Havva Teyze , Nilgün Teyze ben yaştaymış bir zaman, yaşanmamış hayatların kanı akardı bir an için damarlarımda belki, belki kapının ağzında " iyi ki yapmışım" derdim. Pencere pervazında ufak tefek yazılar bırakırdım hep, benden sonraki sakinlere kendimden bir şeyler anlatmak gibi, belki benden sonraki nesillere " burada bir uygarlık yaşadı" der gibi tarihe dokunan bir duyarlılıkla,
Bir dakika olsun girebilseydim o evlere keşke. Bir mezarın içine girmek eski evine girmek,  sevgiliden ayrılmaktan zordur benim için. Çalsam kapıyı, müsade istesem deli mi derler acaba diye korkarım tabi. Hiç cesaret edemedim bu yüzden. Ankaradaki öğrenci evimin kapı tokmağından kaç kere geri döndü elim. Yapamadım. Sonra abim : " Benim imkanım olsa hepsini satın alırdım" dedi bir gün. İşte eksik olan şey buydu hikayemde. Bakma konuşamıyor, bir şey diyemiyorlar ama evlerin bir ruhu var. Öyle hissediyorlar ki yaşayanı, yaşantıyı. Ben hayatta da hep böyle yaptım hep iz sürdüm. Geçmiş, hep daha sığınaklı geldi. Bağlanmaktan kaçan tarafım hep bundan. Benim davam, maziyle aslında.
Ağlamak, ancak ondan yorulduğunda durdurulabilen bir eylemdir.