22 Eylül 2018 Cumartesi

Kılcal Zaman

Uzun uzun düşündüm. Bu uzunluk: insan vücudundaki kılcal damarların dünyanın çevresini yedi kez dolanmaya yetecek kadar uzun olması gibi sıradışı bir uzunluk. 
Herhangi bir saati bir yerde kendi haline bıraktığınızda o zaman orada akmaya devam eder. Geçen saatlerin , dakikaların ya da  zamanın bizimle doğrudan bir ilişkisi yok. Bir saatin parçası olmak, bir zümrenin parçası olmak gibi güven veren bir duygu. Yalnızlık hissinden uzaklaşmak, baş edemeyeceğimiz o tanrısallığı alır bizden. Kalabalığa karışıp tozlaşana dek ilerleriz uğultu içinde. Alelade bir günün herhangi bir saatinde bir yerde bulunmak zorunda olma stresi; hep bir ağızdan söylediğimiz bu şarkı, köklerimizi salar toprağa. Yer altında ellerimiz birleşir oradan oraya koşuşturan diğer insanlarla. 
Hayat bazen de kahramanca davranmamız adına ufak tefek fırsatlar yaratır. Sadece bazıları bu fırsatları yakalayacak kadar şanslı olurlar. Saatleri atar, günleri karıştırır, yönlerini şaşırırlar.  Her gün yürüdüğü yol dışındaki başka yolların da hedefe çıkabildiğini görürler. Biraz daha kötü ya da bakımsız düşüncelerin sonuca çok da etki etmediğini anlarlar. Sevincin, üzüntünün, toplum vicdanını temsil eden kanayan yaraların kaynağı belirsiz bir zenginlikten beslendiğini, her coğrafyanın zor zamanlarda kendi başını okşayan müşfik ellerinin olduğunu, en radikal toplulukların bile aynı verimsiz madenlerde biraz daha fazla çabayla kömürü elmas ettiğini anlarlar. Çemberden çıkınca, anlarlar ki zamanın akışının bizimle bir ilgisi yok. Kendi haline bıraktığınızda da zaman akmaya devam eder. Bunu yalnız başına farketmek, artık yalnız olmak demek. Çünkü bunu farkeden artık dönemez geri. Döndüğünde, gördüklerini anlatacak olursa onu deli zannederler. 
Bu yüzden zamana tutuna tutuna yaşamak reddedilemez cömertlikte bir davettir.

Ç’18