7 Aralık 2018 Cuma

Kıpırtısız

Bir sarsıntıyla uyandık bu sabah. Yerini yadırgar gibi sevgi çıkıp gitmek istedi bu evden. O uzun koridor bir zaman tüneli gibi, diğer ucunun nereye çıktığını bilmeden yürüdüm. Yaşanmamışlara sürtünerek, bakışmaktan korktum. Ağlarsa gözlerin ormana dönecek , nefes almaktan korktum. Topuk seslerim beynimi deliyor. Ayağımın altına yapışıyor sokağın tozu, kendimle beraber taşıyorum terzinin ipini, meyhanenin kokusunu, lambanın ateşini. Köşeyi dönüyorum ve kopuyorum davadan. 

24’11’18

6 Aralık 2018 Perşembe

Yolun diğer tarafı

Yaslıyorum göğsümü gövdene. Sırtımda bir sırık gibi taşıyorsun bedenimi. Sallanıyoruz bir ismin altında. Yere vuracağız bekliyorum, korkuyorum. Düşmüyoruz, tutunamıyoruz da.
Hayat o kadar ciddiye alınacak bir şey değil diyorlar. Şiirleri lüzumsuz buluyorlar. Kısa cümleler kurup uzun hayatlar yaşıyorlar. 

Herkes bir yalanı bölüşüyor. Çılgınlar gibi saldırıyorlar güncellemelere. Eski modelleri  yitiriyor zaman. Zaman yeniyi kucaklıyor. Bir grup insan bir köşede birbine oynuyor. Başka bir köşede başka bir grup birbine, bambaşka bir yerde bazıları birbirine. O gruplardan kopan parça tesirli yalanlar etrafta sahipsiz gezen birilerine isabet ediyor. Sonra onlar da kendi hikayelerini yazmak için başka kahramanlar arıyorlar. Bu sarmal böyle devam ediyor. Oyun bu, sahne bu. Oynayan da izleyen de boka batıyor. Herkes öylesine suçlu ki. Neden şiirleri lüzumsuz buluyorlar biliyor musun? Şiirler bekaretidir insanın. Kaybettiğin bişeyi anlayamazsın artık. 

Ç. 
İst. 30’11’18