5 Eylül 2023 Salı

Ankara

Bir sürü yarı ölü gençlik hatırası hortladı zihnimde. Üzerime gelmekte olan birer zombi gibiler. Ama can almaya mı, can vermeye mi geldiler bilmiyorum; anılar tekinsizdir, hiçbir zaman niyetlerinden emin olamazsın. 


Arkadaşlarımı, Hacettepe Güzel Sanatların girişinde seni tüm haşmetiyle karşılayan soğuk duvarlarını, bir sonraki hamlesini kestiremediğin bir düşman gibi seni hep daha iyi olmaya zorlayan sanatın acımasızlığını anımsadım. 


Ankaranın başka hiçbir şehre benzemeyen bir ustalıkla , butun felsefeler ve semavi dinlerde öğütlenen kendi kendine yetebilmeyle açılan saadet kapılarını nasıl araladığını hatırladım; yavrusunu Anadolunun bir kentine ve nereden bakarsan bak ülkenin kalbine; oralarda ne yaptığından kimsenin haberinin olmadığı bir şehre uğurlayan ana babalar , buğdayını koruyan başak gibi Ankaranın bizi koruduğunu bilirlerdi. Çünkü Ankara mutlak tek vesaitin olduğu adalar gibiydi kendi denizinde. Kötü insanlar oraya gitmezdi. 


Sokaklarda müzik sustuğunda, restoranlarda duman yükselirdi. Bir olimpiyat meşalesi gibi devrolurdu zaman bir vakitten diğerine. Bir çeşit işaret fişeği gibiydi ızgara dumanları ; çağırırdı evsizleri, dinsizleri, dilsizleri, sarhoşları, aynı ateşin başında ısınırdık. Başka şansın yoktu, soğuktu. Çok soğuktu. Soğuk, kaynaştırırdı canlıları. Kediler, kuşlar ve çöpçüler aynı anda sigara yakardı. Sakarya Caddesinin gaz bombası atılmışçasına sis çöken sokakları kirlenirdi geceleyin; sabah hiçbir şey hatırlamayan sarhoş gibi kaldığı yerden devam ederdi hayat; takımlarını giyerdi, metrosuna yürürdü, Bakanlıklarda inerdi. Herkes yaşamı gece alkolle uyuşulan bir şey olarak bilirken , bizler Ankarada hep aynı afyonun tesiri altında , hep biraz sarhoştuk. Belki ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş Atatürk’ün elinin değdiği, adının geçtiği bir maziye çattığından, bu endişe bize yanlış yapma hakkı tanımazdı. Bu kentte hava kurşuniydi, binalar griydi, hanlar eski…Sürgünlere yollanan gazetecilerin, şairlerin , aydınların en az bir davası mutlak burada görüldüğünden ,ailenin en büyük çocuğu gibi üzerine biçimsiz yıkılmış bir sorumlulukla taşıyıverirdi kollarında adaleti. Yoruldun mu diye sormazdı kimse. Çünkü Ankara yorulmazdı. Başkentlerin böyle bir vazifesi vardı belki de. 


O günler ve sonrasında hayata dair kendisinden çok şey öğreneceğim Sevgili Kuzenim Zafer Kalfa’nın bir gün Kurtuluş Parkında yürürken : “ Hiçbir şehre kar bu kadar yakışmaz.” dediğini asla unutmadım. Sonrasında çok şehirler gördüm , dediği doğruydu. Kar küreme arabaları , belediye hizmetlileri günlerce yerden karları temizlemeye çalışırdı. Bir enkaz kaldırılıyormuşçasına hikayeler saçılırdı ortalığa. Bir koku yayılırdı. İlk gençliğimizin hataları , henüz diri derimizin pullarıydı bunlar. Ankarada kar kendiliğinden erimezdi. Nisan ayı yaklaşırken inceden çözünen buzlardan ufak denizler yapar ve kendi kayıklarımızı yüzdürürdük. 


Bahanelerimiz yoktu, görüşürdük. Hep aynı saatlerde aynı yerlerde olmaya , birbirimize rastlamaya alışmıştık. Bir tuhaf kabile gibiydik , dilimizi sadece birbirimizin anladığı. Şarkılara, şiirlere konu olan o anıların kolay işlenen madenler gibi biçim aldığını o gecelerin birinde anladım.


Aşık olduk. Heykeller yaptık ..

Her duyguyu bir çekiç darbesiyle üzerimizden atabildiğimiz için şanslıydık  bizler. Taş Atölyesinde öfkeden göz gözü görmezdi bu yüzden. Maksadını aşardı atölyeler, başka dersliklerden farklıydı. Mezun olmak için düşünmeli ve üretmeliydik. Köşe bucak sanrı, umut ve kederdi. Zannedilenlerden oluşan devasa bir düş gibiydi fakültemiz. Biz her gece istiareye yatardık. 


Bugun , üzerinden çok yıllar geçmişken Ankaranın içime işleyen farkındalığıyla, yolu Ankaradan geçmiş kimseleri tanırım bir çırpıda. Bulurum onları, eksik parçasını arayan puzzle gibi. Duruşundan, çekingenliğinden, gülümsemesinden, ses tonundan, dövme gibi bir yerine kazınmıştır bu. Orada okul okumuşların, kıymetli hocaların elinden geçmişlerin vücut diline yansır.   Hızla akarken erken tükenmişlerin değil, bürokrasinin hizaladığı ağır aksak yaşamların kentidir Ankara. Burada masada en uzun oturan, en aç kalkan olursun. Hep merak eder hep ulaşmak için çabalarsın. Kızarken bile üslubunu bozmaz, iyi öğretmendir Ankara. En berduş deneyimlerinde bile göğsünde bir Gazi rozeti taşır gibi ölçülü davranmayı öğretir.  Ankaralı oyuncuları, Ankaralı müzisyenleri, Ankaralı şairleri tanırsın. Başka bir havaları vardır. İstanbuldan farklıdır bu manada. Doymak üzere değil, tadına vararak yenmiş bir yemek gibi;  varmak üzere değil, yolda olmanın hazzıyla dolmak gibi. Öne atılmaz, yaşama yol verirsin. Yaşam gittiği yerlere senden önce varır ve seni güzel karşılar, senin için kurdugu sofralardan şükranla kalkarsın. İstanbula nazaran kısıtlı olanaklara değerini bilerek eriştiğinde,  kanaatin etiği bulaşır sesine, bacak bacak üstüne atışına, yazdığın şiire, şarkıya, kelimeye yapışır. Ensende hep bir Milli Mücadele soluğu, tam olarak serseri olamazsın. “Ordular”, “İlk”, “Hedef”, “Akdeniz”, “İleri” Sokaklarının  çepeçevre kuşattığı Anıttepe Mahallesi sakinlerinin elinden başka bir şey de gelmez.. Dil Tarih  Coğrafyalıların, Mülkiyelilerin, Tıpçıların  Cebecide örgütlenip çatılardan sarkıttıkları hüzünlere başını kaldırıp bakarsan renkli bir galaksi gibi. Şarkıda “Ankarada aşık olmak zor iki gözüm” dediği gibi..


Bugün bir beyaz tahta masada oturup, avlusu kirece boyalı tek katlı o evden yazıyorum bunları. Hayat zannetmedir, tartışmalı pozisyonu Tanrıyla ikili mücadelenin, hakemin yanlış kararı, satın alınmış bir maç skorudur. Sahada veya oyunda,  kurallar yetmez istediğin neticeyi almaya. Umutlar yetmez, dualar, inançlar ve kurallar da yetmez. Yarınlar yetmez ummaya, yirmidört saat yetmez bozup baştan yapmaya, feda ettiğine dair pişmanlığın , yenisine dair seçimini yener. Değirmenlerle savaşa girersin bir cepheden ama mutlaka girersin. Burası kimsenin kazanıp kaybetmediği bir yerdir. 
Ç. Tkr’ 5’9’23