29 Aralık 2016 Perşembe

2017

Yine böyle bir yılbaşı arifesiydi. Sene 2000. Yağmur yağıyordu yine böyle ve yine aynı şarkı çalıyordu. Büyümek için acele ediyordum. Bilmediğim yerlere gitme fikri heyecan verirdi. Bilmediğim yerlerle doluydu gelecek. 
Gelecekti işte. 
Tam 16 yıl sonra, pek çok gencin doğup da erdiği bir müddette, geride çok şahane şeyler bırakmadığımı görüyorum. Koşar adımla büyüme heyecanımın yarısı kendimi mühim hissetmemdendi. Ancak herhangi bir pastanın dilimi oldum. Kremalı ya da çikolatalı bir önemi yok. Geçen 16 yılda hangi pastanın dilimi olduğunun bir önemi olmadığını kavrayacak kadar yol kat ettim. Bir de karıncaları fazlaca izledim bu sürede. Yediğim çekirdeklerin posası ve kabuklarını verirken, devasa bir mücevher görmüşçesine dehşete kapıldıklarına şahit oldum. Bütün kabile bir kabuğu taşıyıp evine götürmek için seferber oluyordu. Kışa erzak yapmak müthiş bir motivasyon onu anladım. Tanrıya inanmaktan daha ulvi bir şey. Yazdan turşu kurmak misal, en az bir mevsim daha hayatta olacağına inanmak. Karıncaların yaptığı da bu. Pastadan bir dilim onlar da ve küçücük bir tehditte canını korumak için çırpınıyorlar. Bizden bir farkları yok. Ne kadar yaşayacaklarını bilmiyorlar, biz de bilmiyoruz. Bildiğim tek şey uzaktan bakınca minicik gözüktükleri, sanki bunkadar minik bir canlının hayatı bu kadar da mühim olmasa gerek diye düşündüğümüz olur. Perspektif oyunu bu. Uzaklaştığın her nesne küçülür gözünde. Sonra düşünmeye başladım işte. Tanrının gözünde, karıncadan ne farkımız olduğunu. İnsanoğlu henüz türlü gayelerle koşturduğu hayatına hiç o kadar uzaktan bakma şansı olmadığı hiç bin yıllardır kendini bu kadar önemli hissediyor. Birbirimize tutunma çabamız da bundan, uzaklaşmaya korkuyoruz sadece. 

Gelecek 16 yılı bilemiyorum Altan. 
Böyle bir 16 yıl var mı onu da bilmiyorum. Bugünün şarkılarının eskiyip kayıtlarda cızırdadığını duyabilecek miyim yahut fikri güzel, sohbeti şen o ihtiyarlardan biri olabilecek miyim? Erkenden uyku bastıracak mı bilmiyorum. Herhangi bir yılbaşında kar yağdığını görebilecek niyim? Her sene yıl başı ağacı süsleyebilecek miyim ve yıldızlar hep şimdi olduğu gibi mühim olacaklar mı benim için. 
Dilerim olurlar. 
Sevgili geçmişim ve geleceğim,
Hoşgeldik. Hadi uyanın. 

İst' 29'12'16 
Ç. 







28 Aralık 2016 Çarşamba

iksir

Bir aşkın en güzel yanı seni ölümsüz olduğuna inandırması belki de. Ayrılık sonrası çektiği deve yüküyle acıyı düşününce insan hiç ölmeyecekmiş gibi davrandığı zamanları hatırlıyor. En çaresiz zamanlarında,ömrünün geri kalanı hakkında hiç bir fikri olmamasına rağmen bütün evrene yetecek kadar çileyi sahipleniyor. Bu, ölümsüzlük iksirinden içmek değildir de nedir? 
Aşk... Aşk, uyuşturuyor. 
Yağmalıyor sersefil. Bitmeyen bir hayata inandıran saadet zincirini boynuna doluyor. O hayatta seni hurilerin ve sayısız güzelliklerin beklediğini anlatıyor; inandıkça daha çok bağlanıyorsun. Bir ayrılığı göğüsleyecek kudrete geldiğinde, ceplerinden çıkardığın acılarla can hıraş giriyorsun bu harbe, yarın hayatının son günü mü? Kimin umrunda! Ölmeyeceksin sen, acın öylesine kalın bir kabuk örmüş ki etrafına ecel bile yaklaşamıyor yanına. İşte sen böyle bir sarhoşlukta bir sonraki mutluluğa kadar lübnen galipsin hayat karşısında. 
Ah Aşk, nelere kadirsin. Hathor'un elinden bir  simya yahut Afrodit'in başdöndürücülüğünden bir tezahürsün aklımın tıkanmış yuvalarında. Her arafta beni bir simuzer olduğuma inandırıyorsun. Bir intihar timi, bir büyük söz, bir büyük lokma, bozulmuş bir yemin gibi dilimin ucunda her gün bir yasak elma. 


İst' 30'12'16
Ç.