15 Mart 2017 Çarşamba

Yolda


Bahçesinde turunçgil ağaçlarıyla hayal ettiğim hayatı yaşayan insanları görüyorum
Bir benzinlikte durmuş, uçuşan eteklerinden gideceği yönü okuduğum insanları
Yolda, balkonunda güneş batmayan evleri görüyorum
Gökyüzüyle savaşını tamamlamış dağları
Nafakasını yağmurla ödeyen bulutları
Açgözlü ve inadına kuru kızıl toprakları görüyorum
Seçimini çok önceden yapmış ılımlı mevsimi 
iyi halden tutuksuz rüzgarı
Sepetinde 'sarı turuncu' yaldızlı mutluluk satan köylüleri
"Bahçesinde limon ağacı olan mutsuzluktan bahsedebilir mi ?" diyorum..
Yolda, gökyüzüne uzanan birer merdiven gibi duran kavakları görüyorum
Hasta ziyaretinde gibi kısacık kalan soğuğu
Birinin eli değemeyecek kadar güzel
Eğitilmeyecek kadar yabani coğrafyayı
Yorgun, pişman, umutlu ya da yalnız lastik izlerini asfalttaki
Çağıran kahverengi tabelaları
Dolunayda aşıklara kucak açan antik tiyatroları
Hiç varmadığım yerleri ve ulaşmadığım saadetleri görüyorum
Mutluluğun hala, çocukken plastik top filesinin içindeki yumurta olmayan topu bulduğumda hissettiğim şey olduğunu biliyorum
Evrenin, güneşe en görkemli sıcağında bizler teslim olmuşken, karşımda uzanan dağların kar altında buna nasıl direndiğini anlamayacak kadar gizemli kalmasını diliyorum
Her şeyi çözmek gibi bir niyetim yok
Gün batmadan farklı şaraplarla sarhoş olmanın; geceyi bir koyda batırmanın , yeni uygarlıklar tarafından henüz keşfedilmemiş mitolojik bir ayin olduğunu biliyorum
Bazı ibadetlerin hiç sınanmamış faydalar taşıdığını
Tanrıya ulaşmak için bazılarının daha kestirme yollar kullandığını biliyorum
Yolda, kaybettiğim inci küpemi buluyorum
Elimi saran sıcaklığını zihnimin
Tutuyorum dilimin ucunda ıslaklığını
Ve beni kuşatan varlığını zamanın
Bıraktığım gibi duruyor buraların kokusu, 
güneye giderken hep biraz daha iyi hissedenlerin öyküsü. 

Ç. Gökova'14'3'17



6 Mart 2017 Pazartesi

İstanbul'da bir sis

İstanbul'da bir sis
Siz, siz değilsiniz
Bakmaktasınız bir camın ardından boşluğa
Ve biraz perdelenince umduklarınız korkarsınız 
Yer gök belirsiz
Bakkalı ne de çok sevdiğinizi anlarsınız, asfalt çizgilerini, yön levhalarını, komşunun kızartma kokan evini ve güvenliğinden şikayet ettiğiniz şehri
Apaçık okşamak ister gözleriniz
Bir kuşun kanadındaki yarayı farkedersiniz
Her pencerede bir bulut şimdi
Her eve biraz şiir girmiş
Hazırlıksız bir misafiri ağırlarcasına zordasınız
Zihni bulanık ve ağır bir misafiri
Sanki gitmesini ister gibi kapıya baktıkça daha çöküyor evin sıcağına
Kapı pencere açık 
Soyunuyorsunuz son pişmanlıklardan
Gören yoksa günah, günah olmaktan çıkıyor
Sadece sesini duyduğunuz bir vapur düdüğü bir tren sesi
Çağıran tüm telaşlar için biraz önsezi
Hem gitsen nafile 
Görmeden vardığını nasıl anlar insan?
Ayak ucundan yukarıya taşan bir bitkinlik
Uykuya çağırıyor bir şeyler
Delili terk ermiş bir parmak izi gibi
Dilinde kolay tövbeler
Günahın ucundan biraz koparıp tamamını yemeyenler
Ah bu korkak sevenler bitmeyen diyetteler
Sokak lambalarıyla birlikte geceyi bekleyen öfkeler
Tarafsızlar
Tutarsızlar
Umutsuzlar ve aşıklar
Hepiniz bir bulutu ağırlamaktasınız bu gece
Evrenin sonsuzluğuyla yüzleşip sakinleşince
Soracağız merak ettiğimiz soruları
Sonra cevabını bekleyeceğiz damla damla
Altında ıslanınca yiten anlamların
Bu savaş da bitecek
Her keder gibi sığınmak için bir tarih isteyecek
Tekrarlanarak unutulmayacak ve kulaktan kulağa yücelecek
Sonraki nesiller bizi bir buluttan dinleyecek
İstanbul'da bir sis
Siz, siz değilsiniz. 

Ç. 
İst' 1'3'17