26 Ağustos 2017 Cumartesi

Yabancı

Bir yabancıya  güvenebilirsin. Çünkü yabancılar yalan söylemezler, eleştirmez, ayıplamaz ya da yargılamazlar.  İhtiyaç duymazlar çünkü. Bir yabancıya her şeyini emanet edebilirsin; duygularını, düşüncelerini, canını, malını... Seni incitmeyeceğini bilirsin; sonunda bir şey kaybetmeyeceğini de. Kaybetmek, kaybedeceğini düşünme tasasının ürünüdür. Hayal kırıklığı bu korkuların birikimiyle oluşur. Yabancıların yanında korku duymazsın, tüm çıplaklığınla sadeleşebilirsin. Zihnini okumazsın, hakkında ne düşündüğünü umursamazsın. İşte orası hakiki özgürlük noktasıdır; yanında kendin gibi olabildiğin tek yerdir o yabancılık.  Güven duygusu, birine sokuldukça tanışılan ve keşfedilen bir şey. Bir yabancının yanında güvensizlikten bahsedemeyiz. Tanımayla başlar her şey. Bir çocuğun korkuyu tanıması gibi deneyimle başlar. Çocuk ateşi kavrayamaz, ateş yabancıyken ona sokulmayı seçer, içgüdüsel. Yandıktan sonra ateşi tanır artık, güvensizlik burada başlar işte.  Tanıdıkça da bu keşfedilen duygu azalır git gide. Kaygılar arttıkça, güvenden uzaklaşır insan. 

Olmak istediğin ya da gerçekte hiç olmadığın birine bürünebilirsin. Bilirsin ki ateşten uzaktasın; ateş kızıl mavi ve güzel. Sıcak olduğundan habersiz ona hayranlıkla bakabilirsin. Denize de bakabilirsin aynı hayranlıkla, ateşe de. Zihin ikisini de aynı arzuyla çağırır öğrenmeye. Dokunur; biriyle yanar, biriyle soğursun. Mavi, sana güzelliğinin altındaki tehlikeyi öğretir. Demek ki her mavi " aynı" değildir. Bunu öğrenirsin işte. Hayat budur; bir savunma sanatı. Hayatının kontrolünü ise korkuların çoğunu öğrendiğinde kaybedersin artık. 

Korkuyu nasıl tanıdığımızı düşünürdüm hep, nasıl güvendiğimizi, nasıl yanıldığımızı. Pediatri kitapları okudum uzunca. Bize neler olduğunu merak ettim. Neden ateşe sokulmadığımızı, neden uçurumdan atlamadığımızı, neden koşarken düşmeyi hesapladığımızı düşündüm.  Tehlikeyi nerede tanımış, korkuyu nasıl öğrenmiştik? Kaybetmekten kaçınma refleksimiz nasıl gelişmişti?
O sonsuz cesareti nasıl kaybetmiştik? Bütün korkuları ezberleyip, aynı tehlikeye yaklaşmayacak kadar geniş bir hafızaya nasıl sahip olabildik? Benzer bir tehlikeyle karşılaştığımızda zihin, hafızadan gönderilen ikazlarla hayatımızı nasıl yönlendirebiliyordu? Hayatımıza hakim olan hafızamızdı. Biz sadece belirli uyaranlarla harekete geçiyor, onlara sistemli tepkiler veriyorduk. Bizler, hayatımızın kontrolü bizde değilken özgürlükten bahsediyorduk.  Bütün kötülüklerin yabancılardan gelebileceği gibi yaygın bir kanı oluşmuştu, çocuklara da bunları aşılıyorduk. 

Çocukluğumuzdaki gibi her şey aslında hala. Değişen bir şey yok. Her maviyi aynı arzuyla çağırıyor ; bazen yanıyor , bazen serinliyoruz. 
Daha önce hiç görmediğimiz renkte bir durumla karşılaştığımızda ise çocukluğumuza geri gidiyor ve cesareti çağırıyoruz. Koşulsuz atılıyoruz durumun içine. Yanıp yanmayacağımızı zaman gösteriyor o yabancının yanında. Ama mutlak özgür ve çıkarsız oluyoruz. Her şeyimizi bırakıveriyoruz bu yeni rengin kucağına. Henüz diyorum, henüz onu tanımıyoruz. Güvenebildiğimiz kadar güvenmeliyiz. Yeniden çocuğuz işte, yeniden heyecanlı, yeniden cesur, delice kararlı. Korkuyla tanışmadan henüz sanki her mavi bir deniz gibi boyalı. İçine dalıp yelkenleri hayallere sürme zamanı. En son kaldığımız masaldaki gibi hatırlamak her şeyi... Ne güzeldir bu yeni yabancı. 

Masallarda korkular öğretilmez çocuklara. Tanımadan seversin kahramanları. Her gece başka masal dinlersin. Hiç tanımadan, hiç incinmeden, sahici sevgiyi öğrenirsin. Yarına kalmaz hiç bir masal, bu yüzden masallar hep mutlu sonla biter.  Sonunu duymadan uyur kalırsın. 
Sadece içlerinden bazı çocuklar : " Anne dün o yavru aslana ne oldu?" diye sorarlar. O çocuklar, hiç bir vakit tam olarak büyümezler.   " Ya sıcak değilse" diye her maviyi aynı hevesle tutarlar, sonunda yansalar da aslanın akıbetini öğrenirler. 

Ç. Tkr' 16'8'17 

Giyotin

Yanacağımızı bile bile yine yürürüz ateşe. Kaderin ne göstereceğini bilme şansımız olsa dahi öğrenmez, körü körüne yanmayı seçeriz; rezil rüsva, per perişan, düşe kalka. Ama kalkmadan da her daim belli bir seviyesinde yerin. 

Hayatta kalabilmek için, son kurşunu da başkalarının hatalarına sıkan insanlar ömürlerini uzatmak için bizimkinden çalarlar. Önce saçlarımızı okşarlar, her şey o yattığımız dize alçalmakla başlar. Saçlarımızı okşatmak için yattığımız kucak giyotine dönüşür bir gün. 

Ç.  Tkr' 25'8'17

Islak

Bir camın ardında ağlamak gibi kötü bir seçim yoktur herhalde. Cama yaklaştıran o dürtüde dışarı bakıp rahatlayacağını sanmak yatar. Başka hayatları takip etmek ister gözün, hareketli ışıklara takılıp oyalanmak istersin. Akıp giden trafik, telaş içinde insanlar ve kediler... Henüz başlamış yağmur, şehir ve senin arandaki o telepatik iletişimi bozar,  camın ardında akmakta olan hayat flulaşır. Camın yüzeyinden süzülen yağmur damlaları az evvel sağanak şeklinde yağan gözyaşlarını yüreklendirir bir kez daha ve kaldığın yerden devam edersin ıslanmaya. Damlaların bir diğer vazifesi de günışığını engelleyerek yüzünü suretinle buluşturmaktır şüphesiz. Artık tamamen başbaşasınızdır işte sen ve sevgili kederin. Kendine gülerken bakmak ile ağlarken bakmak arasında bir benzerlik vardır; hakikate hiç bu kadar yakın olamaz insan. Başkalarının güldüğüne ya da ağladığına şahit olduğunda böyle hüzünlenmezsin. Halbuki kendini görmek , birine çıplak yakalanmak gibi bir şey. Öylesi utanç telaş arası bir duygu. Depremde uzak durulması gereken yerler gibidir. 
Camlara yaklaşmamalı insan. 

Ç.  Tkr' 26'8'17