16 Eylül 2020 Çarşamba

Hoşgeldin Eylül

Aşktan ağzı yanmışlar, hikayenin geri kalanını üflemeden yemişler, yağmurda iliklerine kadar ıslanmışlar, ayaklarına kan oturmuşlar, baharı organ sırasındaymışçasına yüreği ağzında beklemişler, atlıkarıncaları seyrederken nefesi kesilmişler, gökkuşağına bakarken kalbinden atışıyla kırbaç yemişler, defalarca ölüp toprak kokusuyla dirilmişler, akıllarını bir servet gibi düşlerine yatırmışlar, yalanı sevmişler yalancıdan ötürü, aşıklar, sarhoşlar ve deliler;

Sonbaharda tınlıyor uzun kızıl çayırlarda boynumuzda ziller.


Yağmur yağıyor. Teni toprak kokan sevgilinin omzundan ne de güzel öpülür şimdi. Yönünü rüzgarın nefesiyle bulursun, gücendirmeden diğerlerini, gökyüzünden bir yıldızla ahbap olursun. Havanın toprağa gönderdiği mektuplardır yağmurlar. Ulaşması uğrunda döktüğü yaprağı, savurduğu rüzgarı, karşısına çıkanı darmaduman ettiği o tutkuyu görünce bocalarsın. Açıp okumayı istediğin o hevesi hatırlarsın. Birer göktaşı gibi ağırdır kimi zaman kelimeler. Geceler de böyle söker göğsünden yıldızı. Çünkü söylenmemiş sözler kömürdür, dile gelirse elmas olur. Elması sadece elmas keser. Yaşamın hilesi budur. 


Ç. 


 Tkrdağ. 16’9’20


18 Mayıs 2020 Pazartesi

Kehribahar

Ellerim tozlandı toprak yolda yürürken, birazını yuttum geçen arabanın ardında bıraktıklarından. Boyumu geçen otlar arasından sahile indim. Ayakkabımın içine kumlar doldu. Sesini duydum denizin asırlar sonra, tuzunu hissettim ıssızlıktan yaralar açılan dilimin üzerinde. Rüzgar meydan okur gibi yürüdükçe üstüme, yüzüm terledi, nabzım hızlandı. Öyle savunmasızım ki anamdan doğuyorum büsbütün , hayatı ilk kez solumak böyle bir şey olmalı. Adımlar attım zeminin üzerinde. Kütlem, yeryüzüne tesadüfen düşen bir meteor gibi sendeledi yerle buluşurken. En son dört duvar arasına girdiğimde aylardan kıştı. Şimdi ise kuşların festival alanına çevirdiği bir bahar var dışarıda, çiçekler yine boyamışlar gibi tuvali rengarenk, çocukluğumun ramazan sofraları gibi ortalık. Sanki en lezzetlisini bugün sunmuş gibi yaşam; yaseminin, papatyanın, hanımelinin.. Neden öyle güzel kokardı iftarda yemekler? Açtık çünkü; aç olana her koku lezzetli gelirdi. Kumsala inen merdivene oturdum. Soğukluğunu hissettim taşın. Dut ağacının altındayım, mora boyanır haziranda bu basamaklar. Bıraktığım kadardı tasalarım. Elimi sürdüğüm yerden felaket kapmadığım gibiydi Mayıs. En son ne zaman böyle mutluydum hatırlayamadım. “ Merhaba” der gibi birkaç karınca geldi bacağımın üzerine. Bahar değmemiş tenimden kar suyu içmekteler belki de. Bu yabancıyı aralarına almakta zorlanıyorlar. Ellerim ayrılıyor bedenimden sanki, her uzvum başka bir yöne koşup gitmek istiyor. Şu açıkta demir atmış geminin güvertesine yolculuyorum ciğerlerimi , rüzgarda yelken gibi gerilip okyanuslar aşabilirler. Gözlerim yıldızların üzerinden, susuz bütün toprakların ağıtlarını duyarak yağmurlar yağdırabilir. Ben, geri kalanlarımla bir lavanta çiçeğine dönüşebilirim. Tomurcuğundan meyve yavrulayan bütün ağaçların sancılarına yetişebilirim. Baharda yolda kalmış hevesleri arkalarından itebilirim. Basamaktan kalktım biraz sonra, kuma oturdum. Değmedik yerim kalmayıncaya kadar gömüldüm içine. Kazdım ayaklarımla suyu bulana dek. Aklımı düşürdüğümü farkettim o an, kaç adım izinde geri gitmem gerek? Arkama baktım dalga süpürmüştü ayak izlerimi. Dönmek de geçmedi niyetimden. Delirmenin bu kadar güzel bir şey olduğunu bilsem, aklımı bırakmak için, ceketimi asacak düzgün bir yer ararmışçasına  beklemezdim bunca zaman. 

Ç. 

Tkrdağ’ 18’5’20 

24 Ocak 2020 Cuma

Teslim



Teslim

Çığlık çığlığa benimsin
İpini koparmış bir köpek öfkesiyle
Ve ihtimalinin ardındaki her yangında
Yana yakıla benimsin
Dizlerinin üzerinde yürüyen sakat bir bedenin uyuştuğu acıyla,
Yaklaşır gibi doğumundaki sancıya
Ağır aksak benimsin
Kaybolan bir tarih, yıkılan bir uygarlık gibi
Asırlardır toprağın altında
Asılırken bir kelle daha göğsünün tahtasına
Meraklı bir el uzanıp elini tutmuşçasına
Nefes nefese benimsin
Ay'ın kurtuluşu gibi bulutun lanetinden, güneşin şefkatinden, 
Dünyanın gafletinden
Kendi ışığına hayran bir zen 
Tahtında yüzyıllık şölenle
Kıran kırana benimsin
Evren kendi varlığına şaşkın
Elleri hep biraz günaha bulaşık
Ama her yeni gün şafağında bir lokma güneş, bir dirhem ışık
Verdiği söz uğruna Tanrıya
Gece gündüz benimsin
Damlarken ıslak bir kuytudan batıl inançlar
Birileri bu adelete her gün oruç açacaklar
Kanayacak  lokmanın kestiği yer
Söylenmemişler affolmazsa eğer
Sözlerin kıymetini anlayacaklar bir gün
Soluk soluğa benimsin
Devrik cümlelerden özüne varacaklar
Hatayı nerde yapmış yükleme soracaklar
Bir tek İkimiz kalacağız kurallı bir cümlenin içinde
Baştan başa benimsin
Bir çocuğun akmayan gözyaşında birikmiş taze bir hüzün
Duracağız bir pınarın başında 
Manaların kararsız akışında
Soranlara yol göstereceğiz
Gümbür gümbür benimsin
Ellerinin dokunduğu her yanım ağrıyor şimdi
Özlemlerden özlem beğeniyor giymeye
Hangisini giyse nafile yakışmıyor
Acıyla nakıştan  bir şıklığın içinde 
Bata çıka benimsin
Soranlara söylüyor dilim
Birleşiyor şimdiki zamana ait bütün çekimler
Beklediğim cümlelere ilişiyor
Ne de güzel kokuyor kabardıkça sütle şeker
Bir iştahın içinden yüreğime iniyor
Lime lime benimsin
Biz aşk içinde, silahları bırakmış iki asker gibi
Savunmasız bu cephede 
Barışa barışa yenileceğiz
Öleceğiz gönüllü bu savaşın içinde
Bile bile benimsin..

Ç. 

01’20 ‘ CZ

23 Ocak 2020 Perşembe

Ebediyete Doğru



En çok da demans hastalarına imrenirim biliyor musun? Panoromik bir evrimi tamamlamak şans diye düşünürüm. Ebedi bir sarhoşluk, cezalandırılmayan davranışlar, bir canlının özgürlük namına kazanabileceği en büyük hak gibi gelir. Kınanma duygusuyla tanışmakla başlar büyümek. Çocukken büyümenin doğuracağı sonuçları hesaplamadan koşar adımlarla alırız yolu; bilmeyiz geride buraktığımız sadece toyluğumuz değil özgürlüğümüzdür aynı zamanda. Cezayla ilk karşılaştığımız gün büyüdüğümüz gündür işte. Bedelini ödediğimiz hata, bekaretimizi kaybetmenin hakiki şeklidir. Artık hayatımız rakibin bir sonraki hamlesini önceden hesaplamaya çalıştığımız bir satranç oyununa dönüşür. Bir daha o saf özgürlüğe hiç sahip olamayız. Bütün davranışlarımızdan mesulüzdür artık. 

Sadece şanslı olan bazıları evrimin son halini yakalama fırsatı olur. İşte onlar demans hastalarıdır. Neler yaşadıklarını, nelerden hüküm giydiklerini ya da en basit haliyle hayatları boyunca nelerle kınandığını bile hatırlamadan ebediyete yürürler. Olgunluğun taşımaya zorlandığımız bir yük gibi omuzlarımızı kanattığı günlere bir başkaldırı gibi ortalığa işerler, ağzına tıkılan fazladan lokmayı kusar gibi rahatını bozanlara küfrederler, sadece bedensel hazlardan oluşan keyifleri kaydeder , gerisini reddederler, tüm bu çılgınlıklar karşısında hayatındaki insanlardan hoşgörü beklerler. En son çocuk olduğumuzda bu kadar özgür değil miydik?

Çevresindeki ölüm haberlerinin artmasıyla, kendi ölüm fikrine alışmaya çalışırken insan, yaşamın karşı konulamaz bağlanma  arzusuna da ket vurmayı öğrenir. Zaman içinde daha çok hatırlanır bir hâl alan ölüm duygusu tıpkı çocukluktakine benzer bir yetişme telaşıyla yeniden bir sıçrama yapar. Listede yıllardır yapılmayı bekleyen o şeyler gün yüzüne çıkar. Hangisini yapacağımıza karar vermeye çalışırken sağa sola çarparız, uluslararası bir tren istasyonunda kendi trenini bulmaya çalışan bir yolcu gibi. 
Demans hastaları o istasyona hiç uğramaz. Ölüm gerçeğiyle yüzleşmezler. Onlar çocukken kazandıkları gülünç alışkanlıkları hatırlamakla meşguldürler. Utanmaz, ayıplanmaz ve kederin neredeyse yarısı olan pişmanlık duygusuyla zaman harcamazlar. 
Sahi zaman kavramı? İşte izafiyeti avcunun içinde ufalayıp bir toz bulutu olarak evrene bıraktığın an; sonsuzluk iksirini içtiğin.

Yani ne şanlı zaferler, ne daha geniş topraklar, ne toplumlara yön veren ideolojiler ne de dinler , sonsuza kadar sürecek bir saadeti garanti edemezler. Şanslı olanlar delirir; geri kalanlarsa bilincin anaforlarında boğulup giderler. Yaşlıların ölmeden önce son sözlerinde neden hep ölümün masalsı bir davetle onları çağırdığı hikayesi vardır sanıyorsun, boğulurken başları öylesine döner ki masalın sonunu duymadan uyuyakalırlar. 

Ç. 

Prg ‘ 23’1’20