21 Mayıs 2015 Perşembe

İşte yine gidiyorum


Dilimin ucunda nörolojik ağrılarla " Hoşçakal Sevgili Evim"
Kilidi kırık kapım. 

Bu odadan usulca çıkıp hırsız gibi parmak uçlarımda uçuşa giderdim. Bazen gece yarısı çıkar gün doğumunda eve dönerdim. Bir gün bir uçuş sonunda Kaptan şöyle demişti : " Bu işin en güzel kısmı bu, kimsenin göremediği gün doğumlarına tanık oluyorsun."
Bakırköy' de sahilden geçmekteydik, yeni taşınmıştım buraya, yabancıydı her yeni misafir gibi. 

Sonra çok gün doğumları ve gün batımları izledim bu sahilden. Bu dalgalarla çok savaştım. Seyyar çekirdekçinin derdini dinledim. Fal baktırdım çiçekçi teyzeye, hatta balonlara ateş bile ettim ancak en çok yürüdüm; yeni dökülmüş betonun üstüne çıkarır gibi ayak izimi, her adımda daha sert daha şiddetli basa basa yürüdüm. Beşiktaş'ın , Kadıköy'ünkine benzemeyen vakur ve boş sahilinde Bakırköyün; hep makyajsız yakalanan kadın telaşında. Ağız dolusu küfür edip, bir de taşla sopayla saldırırken denize, olura kükrerse , hemen arkamda dağ gibi evim var cürretiyle. 
Ulaş, Ali, Yaşariye.. Sizleri de bırakıyorum buradan denize. Gece yarısı Garipçe'nin yollarına dökülen serseriliğimizi, öylece boş suya baktığımız suskunluğumuzu. 

Evim.. Sevgili 5 yılım. 

Yıllar geçtikçe atmosfer basıncı artıyor üzerinde insanın. Hep daha zora koşuyor vedalar. Şarkılar göze daha bir güzel görünüyor. 

Koridorunda yankılanan mutluluğum, duvarında leke kalan gözyaşım, camın şeffaflığına karışan hayallerim, kapı gıcırtısına selam eden öfkelerim, duvarındaki duman izlerim, çekiç seslerim, paskalya kokularım, balkonunda botanik bahçelere açıldığım tatlı iklim, en geç sana kış gelirdi Sevgili Odam. Bir dünya işte, evrene açıldığın cephe. Kuşanıp karşısına çıktığın hayat. 
Hepsi bir odada değil mi. 

Erik açmadı henüz bahçedeki.  Balkondan izmaritlerimi, ay ışığımı, kar tanelerini, parmaklıktaki pasları, duymadığım kapı zilini, kuş kafesini, martı seslerini, bir gün gerçekleşeceğini sandığım ihtimalleri alıp da gidiyorum. Kediler uğurluyor beni. Bülbül, seni hiç göremedim, uzun olacak ömrün belli ki. Yol kapandı metal yığınıyla. Komşular camdadır..
Evin içindeki yankı gitgide artıyor, boşaldıkça odalar. Duvarlar soğuyor. 


Koli bandı sesleri bir veda türküsüdür. 

Saat 11:55 Günlerden Perşembe. 
Yine bir telaşla tanışmıştık seninle, yine aynı telaşla bırakıyorum elini. Kalmaları beceremeyen halimle. Hoşçakal Sevgili Evim. 

Ç. May'21'15








12 Mayıs 2015 Salı

Bir milyar ışık yılına

 Rüyanın en güzel yerinden öpüyorum Sevgili Sevgilim. 
Hisset;  kulağının tam içine bastırıp fısıltıyla,boğazda düğümlenenleri..
Yavaşça çözülürken içinde, parçalara ayrılıp da ihtiyacı olan her yaraya ulaştırıp taptaze kanı, nasıl iyileştirdiğini hisset..

Ç. 

10 Mayıs 2015 Pazar

Ayrılığın Algıda Seçicilik Hali

Hiç bir öfkenin önüne geçemediği özlem; Aşk bu işte. 
Tam manasıyla bu. Kendi kendinle dövüştüren, kuralsız, saygısız bir sokak dövüşü.
 Ağzın burnun hep kan revan, yüzünde kesi izleri, soluğun acil durum sireni, ölüme hep beş dakika kala geri sayımlı sözcükler, 
çiğ et kokusu burnunun ucunda; baca gibi tütüyor ihtimaller, 
kamçılıyor olmuşla ölmüşten gelenler; illa ki yapacak bir şey varmışların tribünü, kulaklarının içinde kirli bir tezahürat, 
korkular dumanaltı, bir elin kapı eşiğinde bir elin duvara saplı, 
organların akortsuz orkestra; kendi telini kopartıyor gönülde yaylılar, vurmalı çalgılar yumruklarda hep kendine haklı,
Çarpıp çıktığın kapı tecrübeli, bıyıkaltından gülüyor kaç veda doğmuş eline, ondan bu soğukkanlı ahvali
Ayrılığın algıda seçicilik hali..
Üstüne alınmalı zamanlar başlıyor
Sanki tüm dünya birleşmiş bu zafere alkış tutuyor
Senin dışında herkes mutlu, 
Bu kötü kokunun nereden geldiğini anlayamıyor zihnin,
Birileri portakal çiçeğinden, hanımeliden bahsediyor, boğazına oturuyor piç bir öfke,
Ya bir şarkı çalıyor arkadan 
" Ben bunları kimseye anlatmadım, bir tek sen duy diye"
Ya bir görüntü, saniyeler içinde hafızayı delip geçen,
"Şu çiçekleri" diyorum "asmasınlar bayram çocuğu gibi dallara"
Şarkılara siminörden girmesinler mesela,
İkide bir uykudan uyandırıp rüyaları not ettirmesinler bir köşeye,
Hatırlatıp durmasınlar şu dünyanın öküzün boynuzlarında durmadığını,
Binlerce Canın varmış gibi oynatmasınlar oyunları
İlk düştüğün uçurumda bitsin mesela oyun
3 Canı olur mu hiç insanın?
Tek Canı olur elbet..
Çayın kokusu, peynirin tazeliği, gazetenin bakireliği
İşte bunlar hep "hiç yaşanmamış Pazar'lar"..
Nerden baksan mutsuzluk
Giderken bavuluna sığdırdığı kudretten buharlaşıp da yağan bir zerre yok akıldan içeri
Bu aklı alıp da baharda yağış alan Anadoluyu karış karış gezdirmeli
Yaptığın yolun haddi hesabı yok
Dünyanın dönüş hızına butik bir kafa tutma hali
" Nere gitsem çaresi yok" diyor ya Yusuf Hayaloğlu, 
İşte öyle bir şey,
Saatleri hesaplamaktan zayıflamış reflekslerin
Doğacak bir bebeği bekler gibi beklersin yarını
Kime benzeyecek bu senden olma , benden doğma "Ayrılık"?
Gözleri bana da, ağzı sana mı sanki?
Aile kurmak derken, bundan mı bahsetmişti,
Her gece nurtopu gibi bir Ayrılığı koynumuza alıp uyumak mıydı bizim çekirdek ailemiz?
Ne çirkin bir şey doğurdunuz böyle
Gözünü kapatıyorsun bir an için çocukluğuna gidiyorsun
Orada seni bulamazlar sanıyorsun
İşte o ceviz ağacının altındasın
Hem sen bunun farkındasın hem de polis farkında
Sahi her şey burada başlamamış mıydı?
Neden gittin ki sen şimdi oraya
Mayısta yapılacak şey mi bu
Güneşe söyle bari dönüp durmasın başının üstünde
Bırak kalemi kağıdı, 
Masanın diğer ucuyla konuş
Anlat ona kaldığı yerden " İpek'i, Deniz'i, Elif'i..."
Alim'in Sevgilisinin adını sor, bilemeyecek
Nihat'ın kahvesinde otur
İki çay söyle finalde
Şeker de söyle
Çünkü acısı bol o çayın, o hikayenin
En acısı bu hatta
"Çayı şekerli mi içiyor ?" , 
Sen bunu hiç bilmiyorsun..

Ç.  Çengelköy'May'15








9 Mayıs 2015 Cumartesi

Uzay'ın ardından

Açıkgözler için hiç bir şey yazmayacağım. Dünyalarını kaybetmişler için, kendim için yazacağım. Erken bunamışlara, hayalperestlere, çok acıklılara, bu dünyadan gitmek için hazırlık yapanlara yazacağım. Yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayı paylaşacağım. Aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırı romantiklere ve aşırı sadistlere.”

1 Mayıs 2015 Cuma

Eksen

Severken unutmak diye bir şey yoktur. İnsan severken nasıl unutur? Gerçekten sevmişsen, aklı bu duygudan arındırmanın bir yolu yoktur. Sadece beynin ayarlarıyla oynayıp kimyasını bozarsın. Ekseni kayar şahanelerin. Görüntü flulaşır. Orası deliliğe açılan kapıdır. Hasarın derecesine göre evrilir sağduyu. Artık kimse sana mantıklı bir soru sormaz. Cezai ehliyeti yoktur delirenlerin. Bazen yaptıklarından sorumlu tutulacak kadar ceza istersin hayattan ama vermez.  Bir gerçekle karşılaşıncaya kadar bu çemberden çıkamayacağını bilirsin. Tiksinirsin gözünden düşen tozpembelerin bıraktığı dağınıklıktan. Farkındalık ne zordur anlarsın. Zihninde aralıklarla flaş ederek beliren anılar en kötüsüdür. Onlar hipnozdan uyandıran alkışlar gibidir.  Hiç bir şey olmamış gibi ya da olanlar çok da önemli değilmiş gibi düşünmeye zorlarsın. Başarır ya da başaramazsın. Başarmak diye bir şeyin varlığından bahsedilebilir ama unutmak diye bir şey yoktur.

Ç.  Kapadokya'may