30 Mart 2016 Çarşamba

Nisan 1

Saymayalım Albayım
Siz benim kapımın tokmağını aydan aya vurun
Ben avcunuza kirli bir kağıt bırakayım
Parayı göz ucuyla sayın
Yeni seçimlerde oy isteyen bir tebessüm bırakın aklımın eşiğine
Yıllardır oyumu size veriyorum, yine size vermek niyetindeyim
Ancak yine de gülümseyin bana
Gülümsemek apartman kurallarına yazılamıyor zira
Yazılmalı aslında
Gülümsemek ve " merhaba" demek
Ortak yaşam alanlarında birbirimize azami derecede neşe saçmak mecbur kılınmalı
Kapı eşiğinde ingilizce " hoşgeldin" yazan paspasımdan haz etmediğinizi her fırsatta  kötü bir şakayla dile getiriyorsunuz. 
Haklısınız aslında ingilizce olması da saçma
" Sanki türkçe günaydın diyoruz da birbirimize, ingilizce hoşgeldin eksik kaldı" diyorsunuz
Ne de haklısınız Albayım
Haklı olmak bir insana ancak bu kadar yaraşır
4,5 yıldır her ay birbirimizi görüyoruz muntazaman
Ancak evime hiç girmişliğiniz yok
Merak ettiğinizi biliyorum
Hem sonra benim çöp poşetlerim de evden bir haber vermiyor
Poşetlerim biçimsiz
Bir yaşanmışlık taşımıyor
Oysa çöp poşeti Albayım, 
" çöp poşeti" bir evin yaşam izidir!
Bir evden her gün farklı boylarda mukavva kutular çıkıyorsa o evin oturma salonundaki masanın yüzeyi yapış yapıştır, mutfak tezgahında yıkanmamış bardaklar birikmiştir.
Evin çeşitli yerlerinde kitaplar ve tuvaletinde muhakkak birkaç mizah dergisi vardır
Otelden bozma evlerde her gün tozlanmayı bekleyen bir kristal vazo vardır
Ölüme terkedilen saksı çiçekleri
Saçakları kurumuş vileda sopası
Paslanmış tıraş bıcakları
Ve saç telleri vardır
Rezervuarları çok seslidir
Mutfaktaki set üstü ocaklarında desene dönüşmüş kirler vardır
Dolaplarında bir düzine dizi çıkmış eşofman
Eşortman mı demeliydim ya da?
Bir tanesi mutlaka hep 8 şeklinde yere bırakılmış
Bu evlerde herkes kendinden bir şeyler bulur
Ev sahibiyle kiradan düşmek üzere anlaşması yapılmış kombiler
Ev sahibiyle ileriye dönük atılmış ciddi adımlar
Sorsan hiç birimiz ambulansın, itfaiyenin telefonunu ezbere bilmeyiz ama mahalledeki tüm kebapçı ve tekellerin numarası aklımızdadır
Merak ediyorsunuz Albayım
Hayır elektriğimiz kaçak değil 
Bunu merak ettiğinizi ve geceleri usulca gelip sayacı kontrol ettiğinizi biliyorum
Sesinden huzur veren parmak uçlarınızda
Her 29 Ekimde takındığınız o nefis şıklığınız
Gösterişli rozetleriniz
Ve kendisi bir miktar penceremin önünü kapatsa da her sene tertemiz astığınız o Türk bayrağınız
Bir bayrağı gelecek sene aynı günde asmak için yıkamak, ütüleyip kaldırmak
Bunlar önemli şeyler
Kendine minimum bir sene ömür biçmek
Ben Albayım, sigarama 50 kuruş zam yapıldığında onu içmeye devam ediyorum
5 lira zam yapılsa dahi bunu yaparım
Bu konuda benziyoruz birbirimize 
Gitarımın jakı bozulduğundan biraz gıcırdama yapıyor ve sesi rahatsız ediyor sizi bunun farkına varıyorum
Sabah sesinizdeki çatallaşmadan anlıyorum
Gönülsüz " merhaba" deyince insanda hep aynı ses tonu oluyor
Akşam işitme cihazınızı 10 gibi çıkartıyorsunuz ancak Hayriye Hanım geç saate kadar oturuyor
Üst komşumu bile memnun edemiyorum
Hayat sahiden zor Albayım
Çocuklarıma ve dahi torunlarıma anlatacağım 96 harbim bile yok
Aslına bakarsanız 96 dan kalan en önemli varlığım Micheal Jackson kasedim 
Bu da bu yıllarda pek önem teşkil etmiyor
Soba tedavülden kalkınca bu cephe hikayeleri de eski havasını yitirir diye düşünüyordum ama düşündüğüm gibi olmadı
İnsanın hep anlatacak bir şeyleri olmalı
Birilerinin gözünde önemli kılmalı cümleler
Cümleler Albayım, bazı anlamlara gelmese de
Kurulmalı
Köstekli saat gibi kurulmalı ve durduğunda
Bozuk bir saat gibi cümleler günde iki defa da olsa doğruyu göstermeli
Zeytini sıkıp yağını çıkartıyor sonra yine zeytinin üzerine döküyoruz ya 
Hayatın da beni sıkıp içimden çıkan kiri yine üzerime dökmesi de lezzet katmak için mi?
Başımdan boca ettiği mayhoş maziye kim sokulsa hoşuna gider
Birçok sorunun cevabı yok
Sadece çok sayıda soru var
Asıl sorun da bu zaten
Boyumu aşan sorularda yüzüyorum genelde 
Yüksek katlardaki evlerimiz sanki birçok kötülükten koruyor gibi
Sanki Albayım, kıyamet kopsa en son ben etkileneceğim gibi
Yahut cennetin kapılarını açsalar açık ara öndeyim gibi
Artık dilim dursa da yüzümde hep konuşan bir taraf var
Bunun farkındayım
Ben çocukken dedem misal, hiç konuşmazdı ama hep anlatırdı
Hikayeliydi yüzü
Sanki bir kırışıktan yola çıksam, o yol bitmez gibi gelirdi
Sanırım yaşlandıkça babama ve biraz daha yaşlandıkça dedeme benzeyeceğim
Bugünlerde aynalarla aram açık bu yüzden
Birine sus dersin de kendine nasıl der bunu insan?
İşte bak yine soru sordum
Sahi Albayım, siz neden gelmiştiniz?
Aidat gününe henüz 4-5 gün olmalı
Çöpün suyu kapı önüne mi aktı acaba?
Yüzünüzdeki bu kekremsi tat, hayli manidar
Belki de sadece aidat gününü karıştırma bahanesiyle evi kolaçan etmeye geldiniz
Sıkıldınız belki de
Belki de hayatınızda ilk kez sıkıldınız
Öylesine sıkıldınız ki
Kapı eşiğinden sızacak sıradan bir muhabbet bile iyi gelecekti size
Bazen mevcut kötü durumdan başka yeni bir kötü durumun içine düşmek bile iyi geliyor insana
Son günlerde İstanbul'da, olduğun yer dışındaki her yer güvende hissettiriyor
Ve sanki bizler hep en tehlikeli yerdeymişiz gibi
Ah şu karşı kıyılar
Çağıran kıyılar
Bilemiyorum Albayım
Ay sonunu getirmekten daha ciddi kaygılarım var artık
Ay sonuna çıkmak gibi mesela
" Unutmak" Tanrının bir lütfu
İyi ki unutuyor insan
Bazen beni 3 numaralı daireye geçen yıl taşınan yeni evli komşuyla karıştırıyorsunuz
Sonra hatırlamadığınızı da hatırlamıyorsunuz ya
O vakitler çok imreniyorum size
Ne büyük bir lüks
Kaçımız ölmeden her şeyi unutacak kadar şanslı olabiliyoruz ki?
Siz şanslısınız Albayım
Kapı ziline karışan o titrekliği parmaklarınızın
Oturduğum koltukta kapıyı sizin çaldığınızı hemen anlayacağım kadar kimlik katıyor size
Ve o sırada , tam o sırada diyorum ki :
" Akarsuya kapılmış bir incir dalı gibi salınmakta zihniniz zamanın içinde ve siz yine hangi kapıyı çaldığınızı unuttunuz..."
Biz yine hiç bir diyaloğun geçmediği bir kapı önü sohbetindeyiz sizinle
Akşam 7 suları
Yaz saati uygulamasına yeni geçilmiş
Sofralarda 2,5 litrelik kolalar yerini almış
Apartmanda kızartma kokuları
Karşı komşumun kapı önünde her akşam olduğu gibi, bu akşam da, bir cenaze evini andıran ayakkabı kalabalığı
Birbirine karışan senfonik uğultular 
Bugün Nisan 1
Cevabı verilemeyen sorulara " şakaydı" diyebilmek için son 5 saatim
En iyisi içeri girip hayatı gözden geçirmek
Bugün burnumu dışarı çıkartmadığımdan hiç bir şakaya rastlamadım
Hayat inanılmaz gerçek
İzin verirseniz Albayım içeri girip hayatıma kaldığım en gerçekçi sahnesinden devam edeceğim
Ve siz, ben kapıyı kapattıktan hemen sonra her şeyi unutacak kadar şanslı olacaksınız
Ben ise hiç bir zaman unutmayacak kadar zavallı
Siz bir sonraki 29 Ekim'de hayatta olacağınızdan emin ve zamanla davanızı kapatmış birisiniz
Adrese hiç ulaşmamış binlerce mektuptan birisiniz
Sizi birkaç dakika okumam bile yetiyor size
Sonunuz ise, sizin bile umrunuzda değil
Okunmama ihtimalinize karşılık son sayfanızda can alıcı bir final taşımıyorsunuz
Tevekkül içinde öykünüzün giriş kısmında emekliyorsunuz. 
Çaresizlik, en iyi çare gibi yanaşmış aklınızın kıyısına
Çaresizlik kör bir ebe
Doğurttuğu sonuçları hiç görmemecesine
Yopal bir müjdeyi bırakıyor kan içinde eteğinize
Çırpındıkça saadete batıyorsunuz
Her şeyini kaybeden bir hafızanın daldığı o tatlı uykunun içindesiniz
Ve Albayım, 
Çaresizliğiniz öyle büyük ki baharda tekrar yeşermek için kendi ölümünüzü bekliyorsunuz. 

Ç. 




















19 Mart 2016 Cumartesi

Güvenpark

Biri Ankara'ya elini uzattığında sanki soyuma sopuma dil uzatmış gibi oluyorum. Sanki çocukluğumun üstüne basıyor da çiğniyor gibi geliyor. O bombaları patlattığınız yerlerde gençliğim yatıyor, ölmediğim her ihtimalde anılarımı vuruyorsunuz bir bir, sanıyorsunuz ki ben aynı benim. Değilim. Fotoğraflardan siliniyorum. Arkamdaki ağacı yaralamışsınız, kaldırım taşını parçalamışsınız, fotoğrafta eskaza kadraja giren o kadını vurmuşsunuz, heykeli darmaduman etmişsiniz. Saçlarımı savuran o rüzgar donmuş Fotoğraf hafif nemli elimde. Güvenpark'da güvenden eser yok. 

Ankara'ya ilk adım attığım gün oradaydım. Adını televizyonlardan duyduğum " Büyük Millet Meclisinin" önünde. Hayranlıkla Başkenti izliyordum. Oradan az ilerideki Güvenpark'a yürümüştük. Bugün insanların öldüğü o yerde, biz o gün sağ kalmıştık. Alışıyoruz hızlıca ölümlere alışıyoruz, duyarsızlaşıyoruz ve de korkunun üzerine giderek yeniyoruz. Tamamen uyuştuktan sonra zaten hissedemeyeceğiz hayatta mıyız, değil miyiz.  O vakit ne sağ olacağız ne salim. O vakit uyuşmuş olacağız sadece. 

Kötülüklerden korunmanın tek yolunun " güven" olduğunu "sevgi" olduğunu öğütleyen öğretileri silip yerine modern zamana uyarlanmış paranoyalar koyacağız. Büyümenin böyle bir şey olduğunu söyleyen kimse olmamıştı. 

A noktasından B noktasına tesadüfen gitmek, cephede mayınların üzerine yürümek gibi bir kahramanlık oldu artık. Hepimizin boynunda neden takıldığını anlayamadığımız madalyalar var. "Şehrin Azizleriyiz"

Her yaşın ayrı bir güzelliği varsa, ölüm hangi yaşın ardışığıdır? Ne vakit hak eder insan gerçekten? Biz ne vakit sevileceğiz kader içinde. Adam yerine koyulacağız da korunacağız meleklerce? 

Peki ya körle yatmadan şaşı kalan sevdalar, onlara ne olacak?

Ç. 
14'3'16



6 Mart 2016 Pazar

Akrebin hikayesi


     Ne vakit özgür hissedersin kendini?

Telefonunun ekranına bakıp "şebeke yok" dediğinde bana göre. Dünya ile tüm bağlantın kesildiğinde. Tarihin en eski kitle iletişim aracı olan "radyoda" trt fm dahi çekmediğinde. İşte o vakit sahiden özgürsündür. Rüzgarın, dağların yanaklarını okşayan; kalçasını savurarak peşinden sürükleyen yosmalığını, eriyen karların mırıldandığı şarkıları, uzaklardan gelen bir mektup gibi heyecanla açarken kafanda kilitli tüm kapıları, her metrede biraz daha artarken kulaklarındaki basınç, damarlarının usulca büzüştüğünü hissederken... İşte o vakit özgürsündür.

Güvenin olduğu hiç bir yerde özgürlükten bahsedilemez. Bu, etrafını saran alevlerin içinde kendini zehirleyen akrebin hikayesidir. Sınırlar, neyle çizilirse çizilsin özgürlüğü kısıtlarlar. Seni bir fanusun içine hapsederler. Orada hiç canın yanmadan, ölümsüzlüğü vaat ederler sana. Ben vaat edenlerden hep kaçtım. Bildiğim en iyi şeyi yaptım ve gittim. Özgürlüğüme doğru. Rakımı güven seviyesi kabul edersek üç bin metrelere misal. Gidebildiğin en uzak noktalara. Daha evvel ayak basılmadık arazilere. Güneşin bir başka vurduğu bitki örtüsüne. Haritada yeri olmayan göllere. Bir toprağı, bir vatanı olmayan sahici tam bağımsız ülkelere, elektriğin gitmediği, suyun akmadığı, kurdun kuşun bile uğramadığı kuytulara. İçinde , hiçlikle yarılmış devasa meteor çukurlarının olduğu vadilere, altıncı duyunun açıldığı görüntülere,oksijenin azaldığı; 
Tanrıyla hesaplaşacak cesareti topladığın yüksekliklere. 
Dağlara,
Özgürlüğe,
Sağlığa...

Ç. 

Beydağı'03'16