19 Mart 2016 Cumartesi

Güvenpark

Biri Ankara'ya elini uzattığında sanki soyuma sopuma dil uzatmış gibi oluyorum. Sanki çocukluğumun üstüne basıyor da çiğniyor gibi geliyor. O bombaları patlattığınız yerlerde gençliğim yatıyor, ölmediğim her ihtimalde anılarımı vuruyorsunuz bir bir, sanıyorsunuz ki ben aynı benim. Değilim. Fotoğraflardan siliniyorum. Arkamdaki ağacı yaralamışsınız, kaldırım taşını parçalamışsınız, fotoğrafta eskaza kadraja giren o kadını vurmuşsunuz, heykeli darmaduman etmişsiniz. Saçlarımı savuran o rüzgar donmuş Fotoğraf hafif nemli elimde. Güvenpark'da güvenden eser yok. 

Ankara'ya ilk adım attığım gün oradaydım. Adını televizyonlardan duyduğum " Büyük Millet Meclisinin" önünde. Hayranlıkla Başkenti izliyordum. Oradan az ilerideki Güvenpark'a yürümüştük. Bugün insanların öldüğü o yerde, biz o gün sağ kalmıştık. Alışıyoruz hızlıca ölümlere alışıyoruz, duyarsızlaşıyoruz ve de korkunun üzerine giderek yeniyoruz. Tamamen uyuştuktan sonra zaten hissedemeyeceğiz hayatta mıyız, değil miyiz.  O vakit ne sağ olacağız ne salim. O vakit uyuşmuş olacağız sadece. 

Kötülüklerden korunmanın tek yolunun " güven" olduğunu "sevgi" olduğunu öğütleyen öğretileri silip yerine modern zamana uyarlanmış paranoyalar koyacağız. Büyümenin böyle bir şey olduğunu söyleyen kimse olmamıştı. 

A noktasından B noktasına tesadüfen gitmek, cephede mayınların üzerine yürümek gibi bir kahramanlık oldu artık. Hepimizin boynunda neden takıldığını anlayamadığımız madalyalar var. "Şehrin Azizleriyiz"

Her yaşın ayrı bir güzelliği varsa, ölüm hangi yaşın ardışığıdır? Ne vakit hak eder insan gerçekten? Biz ne vakit sevileceğiz kader içinde. Adam yerine koyulacağız da korunacağız meleklerce? 

Peki ya körle yatmadan şaşı kalan sevdalar, onlara ne olacak?

Ç. 
14'3'16



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder