Telefonunun ekranına bakıp "şebeke yok" dediğinde bana göre. Dünya ile tüm bağlantın kesildiğinde. Tarihin en eski kitle iletişim aracı olan "radyoda" trt fm dahi çekmediğinde. İşte o vakit sahiden özgürsündür. Rüzgarın, dağların yanaklarını okşayan; kalçasını savurarak peşinden sürükleyen yosmalığını, eriyen karların mırıldandığı şarkıları, uzaklardan gelen bir mektup gibi heyecanla açarken kafanda kilitli tüm kapıları, her metrede biraz daha artarken kulaklarındaki basınç, damarlarının usulca büzüştüğünü hissederken... İşte o vakit özgürsündür.
Güvenin olduğu hiç bir yerde özgürlükten bahsedilemez. Bu, etrafını saran alevlerin içinde kendini zehirleyen akrebin hikayesidir. Sınırlar, neyle çizilirse çizilsin özgürlüğü kısıtlarlar. Seni bir fanusun içine hapsederler. Orada hiç canın yanmadan, ölümsüzlüğü vaat ederler sana. Ben vaat edenlerden hep kaçtım. Bildiğim en iyi şeyi yaptım ve gittim. Özgürlüğüme doğru. Rakımı güven seviyesi kabul edersek üç bin metrelere misal. Gidebildiğin en uzak noktalara. Daha evvel ayak basılmadık arazilere. Güneşin bir başka vurduğu bitki örtüsüne. Haritada yeri olmayan göllere. Bir toprağı, bir vatanı olmayan sahici tam bağımsız ülkelere, elektriğin gitmediği, suyun akmadığı, kurdun kuşun bile uğramadığı kuytulara. İçinde , hiçlikle yarılmış devasa meteor çukurlarının olduğu vadilere, altıncı duyunun açıldığı görüntülere,oksijenin azaldığı;
Tanrıyla hesaplaşacak cesareti topladığın yüksekliklere.
Dağlara,
Özgürlüğe,
Sağlığa...
Ç.
Beydağı'03'16

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder