28 Nisan 2014 Pazartesi

Bgg

Yanıyor mu o hatıranın sıçradığı yer. 
Yanıyor dimi?
Hadi söyle. 
Çok yanıyor. 
Başını kaldırsan ayrı dert
Yüzü eğsen ayrı
Ne çok atmışım bu adımları
Yürümekle bitmiyor yol
Başka şehir başka yüzler başka türlü şeyler
Dinmiyor
Ancak başka yer başka koordinatlar
Başka gezegen belki
Bir ihtimal daha var

27 Nisan 2014 Pazar

Zar

Ne çabuk unutuyoruz her şeyi. İnsanlık olarak yaşanan her şeyi ivedilikle unutuyoruz.  Bundan 5-6 sene evvel Ankara-İstanbul arasında faaliyete giren hızlı trenin her iki denemesinde de üst üste kaza yaptığını ve onlarca insanın öldüğünü hatırlıyor musunuz?
Mazereti: "İnsanlık Haliydi". 

Bize doğuştan bahşedilen süper güçlerimiz arasında en önemli olanı:
 " insanlık halimiz". Bu halimiz ondördünü tamamladığında med cezirle çekiyoruz belayı yeryüzünden.

Ortaokulda fen derslerinde yaptığımuz basit deney düzenekleri vardı. Zili çaldırabilir, pamuğun içinde fasülye filizletebilir, yumurtanın diş macunu ile fırçalanmamış kısmının çürüyüşü ile kitleleri kendimize hayran bırakabilir, güneş enerjisi ile çalışan su ısıtma üniteleri ile Amerikayı yeniden keşfedebilirdik.  Dönem ödevlerine, neden " dönem ödevi" denildiğini biliyor musunuz? Çünkü o ödevler, bir devri kapatıp; diğerini açarlar. 

Zilimizin çalışmadığı, fasülyenin kötü bir koku yaymaktan başka bir işlevi olmadığı, yumurtanın diş macunu ile boyansa da çürüdüğü olmuştur. Sonra unutmuşuzdur; deney'imi kaldırıp çöpe atmışızdır. 

Tren kazasını, demokrasi kazasını, Çernobil kazasını, uçak kazasını, tüm kazaları unuttuk. Enkazları kaldırıp attık. 
İyi olduk böyle. Unuttukça hafifledik. 
Fen bilgisi dersinde deneyip de başarılı olamadığımız deneyler gibi kolayca çöpe atıp. 

26 Nisan 2014 Cumartesi

Chernobyl

Atmosfer önemli. 
Her nesne, biz hepimiz bir resmi güzelleştirmek için varız aslında. Tanrının estetik kaygılarıyla burdayız. Bi çoğumuz neden burda olduğumuzu bile bilmiyoruz. Nezaketen katılınan davetler gibi hayat. 

Bazen, böyle nefesin kesilir ya acıdan; uyuşursun, hissizleşirsin. Sonra tuhaf bi razı oluş başlar. Hangi geceye yatıyosun, hangi sabaha uyanıyosun bilmezsin. 
Birilerinin kadrajına girersin rastlantılarla. Sonra ordan çıkarsın bir başka resimde gülümsersin, bir başkasında ağlarsın. 


Yeryüzünde milyonlarca nükleer patlama var. Boşlukta salınan nötronlar gibi kararsız, savruk birbirimize sokulup atomlaşıyoruz. Korkularımız fisyonla parçalandıkça bedenden bir enerji yayıyor. Olağanüstü tedbirlerle izole olmuş bekliyoruz; reaktörden çıkıp da bir gün kendi Çernobilimizde yok olmak üzere. 

Ç.

25 Nisan 2014 Cuma

Belki Bir Gün

Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.

Ama görmüyorsun. Gece olmuş-insan neyi görebilir ki?

Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok, diyor,
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.

Sadece gecede bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiçbiri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri.

Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana göstermekte,
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım -
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim -
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.

Yannis Ritsos

Yohannis

Tiyatronun bu kadar anlaşılmaz olmasının nedenlerinden biri de: aynı sahneyi paylaşan insanların, seyirciyi unutup, birbirlerine oynamalarıdır. 

24 Nisan 2014 Perşembe

Sail

Önceleri, bir mektup gönderirdin; ulaşıp ulaşmadığını bilmezdin hiç. Günlerce ya da aylarca... Sadece bilirdin, gönderdiğini. Yolda başına gelebileceklerden habersiz, bir umudu zarfın içine koyup da gönderirdin. 
Benim için biraz öyle bu mektuplar..

Postacıyı bekleyecek gücüm olmadığını biliyorum; belki yeterince zamanım da. Kulağıma hoş gelen her adım sesini dinliyorum. 

Belki de Noel Baba gibi. Beklediğim yer yanlış. 


Ama

Bazen kafa gidiyor ya hepimizin; öyle boş boş bakıyoruz birbirimize...

Zaman(lama)!

Zaman: sözlük anlamıyla " belirlenmiş olan andır"
Zamanın ne denli önemli olduğu ile ilgili herkesin bildiği bir şeyler vardır. Yeterince bilinmeyen şu ki:
Mühim olan zaman değil; zamanlamadır. 
Zamanlama, zamanın eylemsizlik biçimidir. 
Zaman yönetiminden bahseden bilimsel çalışmalar, zamanı kontrol altına almanın ve konforlu bir hayat sürebilmenin şifrelerini verirler. Peki ya " zamanlama"?


Zamanlama, zamanın kendi kontrolümüzden çıkarak kaosun eline geçme halidir. " Doğru Zaman" dan bahseden erteleyişlerin, acelelerin ya da geç kalışların mazereti de bu direksiyon hakimiyetini kaybetmekten ileri geliyor. 

Zamanlamayı tutturabilmek, başkalarıyla ortak kümede kesişmek; ortak zamanda rastlantısal olarak buluşmak aslında. 

Rastlantılar, zaman çizelgesindeki akışın patolojik  yollarla yer yön değiştirmesine bağlı olacak kadar mucizevi. 

24'4'14

23 Nisan 2014 Çarşamba

Kaos Düzeneği

Beyin, neyi nasıl düşüneceğiniz konusunda kolayca şekillendirebileceğiniz bir meditasyon alanıdır. Önemli olan konsantre olunan kelimeler ile konsantrasyon alanının dışında kalan uyaranlar arasındaki dengeyi korumaktır. Zor olan beyni istendiği ölçüde figüre etmek değil, uyaranlardan sıyrılabilmektir. Konsantre olabilmek için başvurduğumuz türlü çeşitli yöntemlerin çoğu, konsantre olmak için değil; ertelemek içindir. Bu bazen bir sorunu ertelemek ile hazzı ertelemek arası gidip gelir. Yöntem farklı olsa da içerik aynıdır; ikisinde de endişe : ‘’Nihayet’’ endişesidir.Bazen sahip olunanı kaybetmekten, bazen sahip olmaktan korkarsınız. Farkında olmasak da ‘’Sahip olmak, Tanrıya ait taşıdığımız tek vasıftır; sahip olmak zordur.

Şans denilen şey; onunla henüz tanışmamak ya da tanıştığın anki hazırbulunuşluk düzeyi ile açıklanabilir. Hiç beklenmeyen anda gelen büyük ikramiyeler ya da piyangolar ya da aşkların ardından gelen delirmelerin sebebi de budur. Bir insan için, tam anlamıyla hazır olmak diye bir şey yoktur. Bir şarkı yazarsınız ve iyi olup olmadığına karar verirsiniz. Bir şiir için ya da bir roman için de bu böyledir. Yolda alınan kararlar yanlış ve risklidir. Yolda alınan kararlar beyninizi yönlendiriş biçiminizdir. Sürece etki eder ; ama sonucu asla değiştirmez. Finali görmenin tek yolu oraya yürümekten ya da zamanda yolculuk yapmaktan geçer.

Bir düşünelim sadece beynimizi yönlendirdiğimiz  algılayış biçimleriyle, gerçeği nasıl ve ne ölçüde etkiledik? Sadece inandığımız bileşenler ile bütün denklemi  çözdüğümüzü varsaydık.Bir sonraki  levela geçtik;orada bir şeyler hep ters gitti ve sağlama aldığımızda sonuç ;problemin kendisini vermedi.  Kaç kez..? 

Bir durum, nasıl düşünmek isterseniz o ölçüde yön değiştirir; sonuçta bizler, inanmak istediğimize inanırız ve artık gerçek gözümüzün önündeki silüetten ibarettir. Yanlış anlamaların çoğu ; istendik bir meditasyon tekniğinden başka bir şey değildir.


Sonuca gelince…Sonuç, kelebek etkisiyle yaşanmış ya da yaşanmamış olarak ait olduğu gerçek zamanda  var olmaya devam eder.Hayatın geri kalanında yaşanan acı ya da mutluluk türevi tüm duyguların kabulleniliş eşiği buradan gelir. Hiç kaybolmamış ‘’diğer son’’un varlığından haberdar olmak,hayatına devam etmeyi güçleştirir. İşte bu noktada,beynin meditasyonu devreye girer ve huzurlu hissedebileceği bir gerçekliğe inanır hayatına devam edebilmek adına. Olayların akışı, beynin kontrolü altına girer.Bu aşamada kişi mutludur çünkü salgıladığı hormon onun bir süre bu halüsinasyonda kalmasını sağlar.Hormon seviyesi giderek düştüğünde, süreç tamamlanmış  olur. Artık olduğu yer finalle karşılaştığı yerdir.
Baktığında şunu farkeder: ‘’Son, asla değişmemiştir.’’

Küf Noktası

Bir şeyi bilmek, onu değiştirebileceğiniz anlamına gelmez. Bilginin her zaman bir ölçütü yoktur ve sınanmayan bilgiler cehalete mahkum olur. Bazen doğru cevabın verilememesinin sebebi, doğru sorunun sorulmamış olmasıdır. İyi bir ölçme işleminden geçmeyen bilgilerin geçerliliği için çan eğrisine ihtiyaç duyulur. Hayattaki tüm sınavların geçer notu, çan eğrisi üzerinden hesaplanır. Ölçüt şudur: "Birileri başardıysa sen de başarırsın.", "Birileri tökezlediyse, sen de düşersin. " Eğer çoğunluğun kaldığı sınavdan sen de kaldıysan, bu seni fazla üzmez." Ama çoğunun rahatlıkla geçtiği sınavdan kaldıysan, sorgulamaya başlarsın. Cehaletin kapıları böylelikle aralanır. Cehalet, insanları  birbirine en iyi yaklaştıran meziyettir. Sevdiğim bir insan şöyle bir şey söylemişti: " Yanı başımızda insanlar savaşıyorlar; din, ırk ve mezhep savaşlarıyla her gün onlarca insan ölüyor ve iki insanın birbirini bulması o kadar zor ki aslında,neredeyse imkansızı başarıyoruz; aşk bir mucize. "  Marquez'in veda mektubunu düşünüyorum. "Ölüm, yaşlanma ile değil unutma ile gelir"  diyordu. 
Unutulmayan hiç bir şey ölmez; insan unuttuğunda ölür. 
Ç. 20'4'14