4 Ekim 2017 Çarşamba

Metrodaki Külkedisi

Metroda oturuyorum. Yüzüm cama dönük. Tren Şişhane istasyonunda durduğunda, yanımdaki yolcular inmek üzere kalkıyorlar. Her iki yanımın da boşaldığını net olarak görüyorum metro camında. Kendimi bir an yapayalnız hissediyorum. " İyiydik halbuki" diyorum “ Neden gittiniz ki..?” Solumdaki kadının kalçası genişçeydi ve vücudumda yaslandığı yeri tatlı tatlı ovuyordu. Sağımdaki adamın dirseği ise kibardı. Rahatsız etmemek için ekstra çaba sarfeden bir kontrole sahipti; kirasını düzenli ödeyen ev sahibi gibi. Ama şimdi ikisi de yoklar. Şu kapıdan çıktıkları andan itibaren bir daha karşılaşma şansımız 80 milyonda bir. Her şey " o" kapıdan çıkmakla başlıyor. O kapıdan çıktığında yalnızsındır. Kapıdan çıkan da, kalan da yalnızdır artık. Kimin kalıp kimin gittiğinin de bir önemi yoktur üstelik. Kalanın aklında biraz daha belirgindir sahneler gidene göre. Menzilden çıkınca kimin kalıp, kimin gittiğini farkedemezsin. Bir müddet sonra , onun hangi durakta indiğini hatırlamazsın. Aklında sadece, silik o gidiş anı kalır. Adımlarının kararsızlığını, senin  ardından ilk kiminle göz göze geldiğini, elini saçlarına getirdiğini, tırnaklarını yediğini, göğüs kafesini şişirerek nefes aldığını düşünürsün. Kendi durağınla onunki arasındaki farkı bulmaya çalıştığın bir zaman dilimine girersin. İnmediğin durağın koşullarını , o gün , o saatte, orada inmediğin için hiç bir zaman tam olarak bilemezsin. Sadece bazı tahminler yürütebilirsin. Gidenin neden gittiğini tam olarak bilmenin bir yolu yoktur. 

Trenin kapısının açılmasıyla yeni yolcular içeri doluştular bir anda. Ben gelecek istasyonlara beraber devam edeceğim muhtemel yol arkadaşlarımı gözlüyorum trenin camından. "Acaba hangisi oturacak yanıma..?"
Derken... İki kişi, yorgun bedenlerini bırakıyorlar yanımdaki boşluğa. Neden yanımda olduklarına dair bir fikirleri var mı yok mu diye tasalanıyorum. Bu yeni yolcunun varlığına hazır mıydım ki acaba... Gideceğim istasyona kadar gelecek miydi benimle, yoksa kendine bir başka durak beğenip yarı yolda inecek miydi öncekiler gibi. Merak ediyorum. Sadece yanım boş olduğu için mi oturdular, bunu merak ediyorum en çok aslında. Öyle alelade bir boşluğu doldurmak için, girdiğin kabın şeklini almanın moleküler hazzıyla mı, neden..?

Bu yeni yolcuların farkını ayırt ediyorum hemen. Aynı mağruriyet yok adamın beden dilinde ya da kadının vücudunda güven veren bir et kalınlığı. Ama camdaki aksime bakınca iki yanımın da tastamam dolduğunu görüyorum. Yalnız görünmüyorum. Rastlantısal olarak yanımdaki boşlukları doldurmuş iki yol arkadaşıyla güvende hissediyorum. Az sonra tavırlarından yanımda ne kadar kalacaklarını tahmin etmeye çalışacağım. Kafalarını cama yaslayıp, gözlerini kaparlar ya da oldukları yerle ilgili her şeyi bilmek ister gibi gazetelerini açıp okumaya başlarlarsa uzun bir yolculuk olacağını düşüneceğim.  Güven hissiyatım biraz daha artacak. Bir sonraki istasyonda inecek olan biri, çok şey bilmek istemez ya da yanında uyumaz herhalde diye düşünüyorum. Birinin yanında uyumak mühim bir şeydir. Başının, uyuduğunda o omuza düşeceğini bilirsin. Uyandığında aynı yerden kaldırmak istersin başını. Solumdaki kadının uykulu yüzünde bir tedirginlik seziyorum. Bakışlarını kaçırıyor bir noktadan diğerine. Omzumda uyumak istemiyor sanki.  Sağ dizini sallıyor sürekli, arada gözleri düşer gibi oluyor ama koyvermiyor, huzursuz gibi bir hali var. Gözü duraklara takılı. Fazla kalmayacağını anlıyorum böylece. Onunla aramda önceki yolcuyla olduğu gibi telepatik bir iletişim yok. Sağımdaki adam, umduğum gibi gazetesini çıkartıyor. İçimde bir mutluluk hissi; uzun zamandır giymediğin ceketinin cebinden para çıkması gibi, kimseyle paylaşamayacağın türden müstakil bir neşe. Adam ekonomi sayfalarını okuyor. Ülke ekonomisinden şikayet eder bir hava dolaşıyor dudaklarının üzerinde, yağdı yağacak sağanak bir öfke. Biraz sonra çiseliyor yavaşça : " Canımızı da alın da kurtulalım" diyor. O an sol dirseğiyle vücuduna kattığı motivasyon, onu öfkesiyle barışık tutuyor. Dirseğin bir ucunda ben, diğer ucunda ülkedeki zamlar var. Ateş hattındayım. Sırılsıklam olsam yeri. 
Biraz sinirli de olsa, bu yeni yol arkadaşımın yanımda yer alacağı uzun soluklu seyahat fikri beni mutlu ediyor. Bir sonraki durağa geldiğimizde, adam gazetesini apar topar katlayıp kolunun altına alıyor. Trenin kapıları açılır açılmaz, adam fırlıyor kapıdan dışarı. Öylece bakıyorum arkasından. Niye aniden gittiğini anlamıyorum. Giderken gazetenin bulmaca ekini düşürüyor. Eğilip alıyorum. Külkedisi öylece gidiyor. Gidişini görüyorum. Mavi ceketi, kapı önünde duran kadının bej renkli pardösüsüne çarpıyor. Giderken ağzında küfürler vardı hala, yutmamıştı lokmasını. Derken kapılar kapanıyor. Bu duraktan başka binen yok. Trenin içi neredeyse boşaldı. Camda kendimi gördüm yine. Trenin camları, bakanları alabildiğine yalnız hissettirebilmek için her gün özenle siliniyor gibi. Evdeki aynamın bile bu kadar net gösterdiğine şahit olmamıştım. 
  
Mavi ceketli adam kalabalığa karışmıştı. Gözlerim artık onu takip edemiyordu. İndikten sonra da nereye gideceği hakkında pek fikri yok gibiydi. Tesadüfen gelen ve giden insanların bıraktıkları o boşlukları çok da sorgulamamalı. Çünkü sebebini onlar da bilmiyorlardı.  Gözlerimi camın ardındaki kalabalıktan alıp  camın üzerindeki yalnızlığıma odakladığımda işler büsbütün değişiyordu.

Bir şey farkettim o an. Yanımdan kalkan ve akabinde oturan yeni yolcu arasındaki süre öylesine kısaydı ki vücut sıcaklıklarını olimpiyat ateşi gibi birbirlerine teslim ediyorlardı. Boşluklarım tesadüfen, gelişigüzel  doluyordu. Omzumu yasladığım insanlar hakkında hiç bir fikrim yoktu ve onlarla bir yola çıkıyordum. Kaderimin bilinmezlerine dair o efsunlu havayı birlikte soluyorduk. Bir ipe dizilmiş mısır koçanları gibiydik camdaki görüntümüzde.Yan yana gibi duran ama apayrı insanlar... Aynı amaç için orada bulunuyor gibi bir halimiz vardı ve yolun sonuna kadar gideceğiz gibi hissettiriyordu bu resim. Ama öyle değildi. Tesadüfen kalabalıktık ve tesadüfen yalnız. 
Bu, kendi durağına kadar başkalarının hayatında soluklananların yol hikayesi.
Sadece o an, o makam boş olduğundan oraya atanıyorlardı  evren tarafından. Bu yüzden vadeleri dolunca iniyorlardı. Kalçası yumuşacık olanlar, dirsekleri zarafet kokanlar, ağzında afyon patlayanlar, berduşlar, gezginler, sarhoşlar ve deliler...
Hepimiz gelişigüzel bir vagonda gidiyorduk.
Karşımda oturanların da, neden yan yana oturdukları en az bizimki kadar muammaydı.
Öylesine birbirimizin hayatındaydık. Karşımdaki kadınla yer değiştirdiğimde evrenin akışına dair bir değişiklik olmazdı. O zaman da şu temiz yüzlü ihtiyarın dirseğinden mikro titreşimler yoluyla mesajlar alacaktım " Neden yanımdaydı, nereye gidiyordu, yolun sonuna kadar gidecek miydi ya da sıkılınca inecek miydi... "


Benim de durağım yaklaştı, göz ucuyla panoya baktım. Trenin içinde hemen hemen kimse kalmadı. Durakları ve inenleri hatırlamıyorum artık. Bir gün planladığımdan daha kısa bir seyahate çıkacak olursam yolda gazetemi açmayacağımı biliyorum sadece. Birilerinin beni camdan izleyebileceğinin farkındayım. Kafamın içi kimsenin bilmediği sırlarla dolu; vagonlar gibi geliyorlar peşimden.
Tren durdu. Ben indim, hepimiz indik. Son durak, kimsenin birbirine çarpmayacağı kadar tenha. İnenlerin yüzünde benimkine benzer bir ifade var.  Kalktığımız yerlerden vücut sıcaklığımızı da alıp gittik. Bilmediğimiz bir bedende üremeyeceğiz kontrolsüzce. Ne kadar da hüzünlü vagon. Mülteciler gibi bir anda terkettik orayı. Son durakta yan yana inenler de oldu. Sayıları azdı. Sonrasında onları nelerin beklediğini bilmiyorum ama yolu beraber tamamladıklarını gördüm. 

Ç.  
İst/ 3'10'17

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder