12 Mayıs 2014 Pazartesi

Geçmiş zamanın hikayesi

Küçükken en sevdiğin şey olan kaniş köpeğin, sadece çalışan bir anne babanın yalnız çocuğu olduğundan sana yarenlik etmesi için eve alındığını öğrendiğin andır büyüdüğün an. 

Komşu Teyzelerin sürekli " Karnın aç mı?", " Var mı ihtiyacın?" diye yoklamalarının sebebi aynı yalnızlıkmış meğer. Çok sonra anlıyorsun. 

Elini tutup, annenden babandan başka bir insanı da sevebileceğini kanıtlayan Abla, o yalnızlığının bezırgan başıymış. 

Seni, sen olarak sevdiğini sandığın insanların, görev icabı hayatında bulunduğunu ve vadesini tamamladığında " uzaklara gittiği ama seni yıldızlardan daima izliyor olacağı" masalıyla avutulduğunu farkettiğinde çıkıyormuşsun çocukluktan.

Kimse sormadan sana bahşettikleri yalnızlık makamını taşımanın türlü çeşitli yollarını ararken, karambolde büyüdüğünde "bu hüznün nereden geldiğini anlayamazken" hatırlatan vesilelerle yüzleştiğin Sıratmış büyümek. 

Fotoğraflarda arkadaşlarının isimlerini hatırlamakta zorlandığın anların sayısı arttıkça bir adım daha uzaklaşıyormuşsun çocukluktan, hoyratlıktan. 

Su içerken Sebil çeşmelere ağzını dayayıp üstünü başını ıslattığın o serinlik var ya, dondurmadan sonra dişlerini kamaştıran;
Pazarda su sattığın yıllarda ticaretle tanıştığın, leblebi tozuyla başka dünyaları keşfettiğin, kasetlerde kendi aranjmanını yaptığın o özgürlüğün elinden alındığında büyüyormuşsun dostum. 

Kendini, cümle içindeki fiilleri geçmiş zamanın hikayesi ile çekimlerken bulduğunda. 



Ç. 
Yol may'14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder