22 Temmuz 2014 Salı

Sokak

Sevgilim;
Dışarıdaki kedi nüfusunun artmasıyla, kediler evlere sığındılar. Böyle başladı insanla dostlukları ve kediler zamanla       " yalnızlığın sembolü" oldular. Tıpkı savaştan kaçan insanlar gibi. Sokakta nüfusları her gün artan kalabalık; yalnızlığı çağrıştırıyor. 

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Manolya'ya..

Biraz günahkardık hepimiz, biraz kalleş, biraz nankör; biraz yalnızdık çünkü. Gizil öğrenmiştik güçlü olmayı ve hiç istemeden gerilmişti göğsümüz bir ok gibi hayatın üzerine. Kovanından ayrılan mermi gibi başıbozuk bir hızla ilerlerken yaralıyorduk nice anları delip geçerek kalbinden. Böyleydi ölümlerimiz hikayeli ölümler ve ardımız her daim savaş yeriydi.Parçalanıp unufak olmuş yaralı sahneler vardı geride. Şiirlerimiz yaşamımızdan sahneleri bir köprü gibi birbirine bağlıyordu; ancak kelimelerle gidiyorduk hiç tatmadığımız deneyimlere.
Bu yüzden yazıyorduk işte. Şiir , günahın keçisiydi. Günahı, o çekiyor; sütünü biz içiyorduk. 

Ç.  

Posta

Taslak maillerinin sayısı 125'i bulduğunda; hayatından, sesini hiç çıkartamadığın 125 gün silinip gitmiş demektir. 

18 Temmuz 2014 Cuma

Orada

En iyi öğrendiğim şey senin yokluğun. Tanıdık küçük kalabalıktaki suretlerin; birazı baş ucumda, birkaçı yanı başımda, birkaçı az ötemde hafif mağrur. Ama ellerimiz suyun altından tutuşmuş ve gözlerimiz her fırsatta dokunuyor birbirine. Böyle tatlı bir ayrılığın içindeyiz hep "az sonra kavuşmalar" var içinde. Işıklar söndüğünde ürkmediğim bir karanlığın içinde.Uzansam dokunacağım ezberbozan bir rehavetle. Ordasın işte. Düşlediğim köşelerde. Suretlerinden herhangi birisin. 

Ç. 7'14

17 Temmuz 2014 Perşembe

O

"Peki" dedi çocuk,  en iyi bildiği şeyi yaptı ve gitti. Yavaşta küçüldü kütlesi. Boşlukta salınan  bir atom gibi  parçalanıp unufak olana kadar yürüdü ve gözden kayboldu. 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Fesleğen



Bir gün, bir temmuz sabahıdır günlerden. Bir fesleğen kokusu camdan içeri sızar aniden.

Tanrı, kendindeki değişikliklerin farkına varman için, evreni stabil kılıyor. Güneş bir sabah beklendiği yerden doğmasa ve bir yıldız seyrü sefa ederken denizin içine düşüverse, kor demiri suya sokmuşsun gibi aniden sönüverse; belki kendimizle uğraşmayacağız bu kadar.

Mutsuz insanı düşünürdüm hep. Yer yer herkes biraz dalgalıdır ya mutsuz adam öyle değildir." Mutsuzu", "mutludan" ayıran temel fark meşguliyet sahanlığıdır. Sürekli oyalanacak bir şeyler arayan, kendiyle akılalmaz bir yarışın içinde olan, ruh halini değiştirmek için bir faaliyete ihtiyaç duyan bir de acelesi olan insandır : "mutsuz".
Trafikte acelesi vardır, hayatta acelesi vardır. " Acelelik", ona , kendini önemli hissettiren bir araçtır. Hayatın her alanına telaşı koyar ki , "kaybedecek zamanının olmayışı temasıyla" , hayat çekici görünsün. Hep yetişeceği bir yer varmış gibi koşması, durup bir an bile kendiyle yüzleşecek cesareti olmayışındandır. Sukunet, pusudaki düşman gibi ne vakit ateş açağı belli olmayan bir tehdittir onun için. Sessizlikten kaçar, meydanlara sığınır mutsuzlar.

Hissiyatsız insandır mutsuz. Hani vücudunda sinirlerin öldüğü  bir yerine dokunduğunda ,kumaşın üstünden dokunur gibi hissedersin ya tenine. İşte ona benzer; mutsuzun hayata dokunduğunda hissettiği. Bütün hissiyatları , hissiz bir deriye dokunduğundaki gibi uyuşuk yaşar.

Hep bir şeylere bağlıdır mutluluğu, bir kıpırtı olmadan, kendiliğinden mutluluğun nasıl bir şey olduğunu bilmez hiç. " Seratonin" , vesilelerin hormonudur. Mutsuzun,vücudunda bu hormonu salgılatan simyacıyla arası hep açıktır.

Eskide yaşar mutsuz insan. Bir dakika öncesi bile " geçmiş zamanın kipiyle" çekimlenebilir cümlelerinde. Bir dakika öncesi ve bir dakika sonrası arasında uçurumlar vardır. Her şey kendiliğinden eskir içinde. Hemen hemen onu duygulandıran tek şey mazidir. Güzel olan her şeyi biraz mazileştirir mutsuz insan. Mazi mabedidir onun. Kavgasında namluyu, kendinden çekip, zamana doğrultmak için yapar bunu. Talihsizliklerin hedefi zamandır hep: " yanlış zamandır", " yalnız zamandır".  Çocukluğundan herhangi bir hatıra onu haddinden fazla duygulandırır. Ordan çıkıp gelen bir şarkı, bir şehir, bir fener, onu derinden sarsar. Bu, o günden bu yana hayatında onu daha fazla etkileyen bir şeyin olmamasından kaynaklanır. En son mutlu olduğu zaman ; çocukluğudur çünkü. Eski fotoğraflara bakamaz hiç çünkü her şeyi hatırlar. Üstündeki elbiseyi hatırlar, arkada çalan şarkıyı hatırlar. Zihninde ona yaşamı boyunca kullanması için verilmiş hafıza tünelinin hepsini çocukluk anıları doldurur bu yüzden her anı ayrıntılarıyla hatırlar hep.Çocukken  ne kadar mutlu olduğunu düşünür. Büyümenin hiç de iyi bir şey olmadığından bahseder. Yeni yıllar, yeni güzellikler vermemiştir ona.

Gerçek tek bir acıyla yüzleşmek yerine, simülatif yüzlerce acıyla aşınır ve aslında canı daha çok yanar.

Mutluluğu sevmez mutsuz insan. Korkar mutluluktan. Çünkü içinde bir korkakla yaşar. Tam olarak hiç sahip olunmamış bir şeye nasıl sahip çıkacağını bilmez. Onu kumanda etmeyi bilmez. İlk kez yoğun bir mutlulukla karşılaştığında bocalar, ne yapacağını bilmez. Kaçar ondan. Bu anın çocukluğundan bir yerden kaçıp buralara geldiğine inanır. " Olamaz" diye düşünür. Saklanır, kalbi çok hızlı atar. Bu kaygı yerleşmiştir artık. Mutludur ! Mutsuz adam, mutlu olmaya başlamıştır. Uyuşma hali gitmiş,her sahneyi dolu dolu yaşamaya başlamıştır. Bir kumaşın altından dokunmuyordur derisine, o el, temasıyla, iliklerine kadar işliyordur artık. Uyanmıştır yüzyıllık uykusundan. Yeni şarkılar kazıyordur zihnine, yeni filmler ve " yeni hatıralar " için giriş izni istiyordur belleğinden. Her anın tadı başka olmaya başlamıştır. Renkler olduğundan daha parlak, notalar olduğundan daha opak, sahneler bir filmdekinden daha dokunaklı ve Aşk, sandığından daha saltanatlı hale gelmiştir. Artık geri dönüş yoktur. İçindeki bu kaygıyla yaşamak zorundadır. Korkular ve kaygılar birbirine dolanıp bir kilim örmüştür ayağının altına. Sahip olmanın dayanılmaz iktidarını taşır sırtında. Keşke ne yapacağını bilse ama bilemez işte. Çünkü artık yepyeni bir duyguyla daha tanışmıştır: "kaybetme korkusuyla". Hayatında hiç kaybetmemiş insanlara bakınız; Onlar hiç sahip olmamışlardır aslında. Mutsuz insanın, mutluluk üzerindeki hükümdarlığı önce kendi kellesini vurmasıyla son bulur.

Bir gün, bir temmuz sabahıdır günlerden. Bir fesleğen kokusu camdan içeri sızar aniden. Gözlerini kapatıp, zihninden onu gitmek istediği yere götürmesini ister. Beraber bir yolculuğa çıkarlar ve gözlerini tekrar açtığında kendini geçen sene bugünde bulur. Tam bir yıl öncesinde. Bir fesleğen görür, saçlarına dokunur. Saçlarının rüzgarı aşındıran keskin kokusunu içine çeker. O kokuya karışmış , inanılmaz detayları, toprağına gömülü sayısız ihtimalleri hatırlar. Sonra durur ve en iyi bildiği şeyi yapar. Cümlesini geçmiş zamanın kipine yaslar :
"O gün,14 Temmuzmuş" der.

Ç.

10 Temmuz 2014 Perşembe

.

Söz konusu "kişisel tarihin olduğunda"  en acı veren şey " Tarihte Bugün" sloganıyla geçen seneye bakmaktır. 

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kiraz

Hiç izlememişti o filmi. Duymamıştı da. Bu şarkıyı da bilmiyordu, o yollardan geçmemişti hiç. " Yola çıkmak" aceleden başka bir şey değildi onun için. Angaryaydı yaşamın kenarlarındaki oyalar.
Atmosferden habersizdi; bizler boşluğu dolduran diğer nesneler gibiydik ve ancak bir mekana diğer nesnelerle ahenk içinde sığdığımızda bir anlam ifade ediyorduk. Bizi, diğer canlılardan ayıran temel bir sebep yoktu,  sadece tesadüfen insandık işte. Tevekkül ediyordu yaşama. Kanaatkarlığı, alçakgönüllülüğünden değil, sorgulamayışındandı. Felsefe; Tanrıya bir başkaldırış, sukuneti bozan hemen her şey bir isyandı. Barışın sadece   Savaşın içinde olduğunu düşünüyordu. Tüm canlıların, insana hizmet etmek için yeryüzüne gelmiş birer asker olduğunu savunuyordu. Kimseye sürtünmedikçe bir kıvılcım çıkacağına inanmıyor ; yalnızlığın Tanrıya mahsus olduğunu düşünüyordu. Bizler ancak birer domino taşı gibi birbirimize yaslanarak harekete geçebiliyorduk. Sigara yakıyordu; herkes yaktığı için yakar gibi bir hali vardı. Komik cümleler kuruyor ve etrafındaki insanları güldürüyordu besbelli. Paranın iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Çok konuşuyordu, kendinden bahsetmeyi seviyordu. Dinlenmediği konusunda bir fikri de yoktu. Herkes gibi anlatmak için azami derecede kaygı taşıyor ; anlatmanın sadece kişisel cevherleri fatkettirmek için bir araç olduğunu sanıyordu. Konuşmak, anlatmaktı; paylaşmak değil. Susmak, uzaklaşmaktı sonra; susmanın kadife dilinden habersizdi. Hızlı hızlı yemek yiyor, doymak istiyordu belli ki. Hemen her hazza doymak ve yarın ölecekmişçesine hazmetmek çarçabuk doygunlukları. Ertelemenin plansızların işi olduğunu düşünüyordu ve " başka baharlar" başıboşların müşkülüydü. Sahip olamamanın tek nedeni ; yetersizliklerdi. İmkansızlığı tanımıyordu hiç. "İmkansızlık sınırları zorladığında yüzleştiğin bir kör kuyuydu; sınırları zorlamamıştı hiç. Gülüşü çirkindi. Dudakları sözlerine hizmet ediyor gibiydi. Beyni ondan konuşmasını istediğinde konuşuyor, gülmesini istediğinde gülüyordu. Yüzünde bir harita vardı, yolları, ovaları kolayca bulabildiğin bir harita; kaybolman olanaksızdı. Orada ailesi vardı, dostları, ufak hayalleri.. Her cepheden görünüyordu her biri. Kuytuları yoktu lakin, korkuları da. Korktuğu şeyleri kovar gibiydi hayatından zaten fiyakalı bir korku da yaşamamıştı sanki. Benzemiyordu Ona hiç. Gözleri en çok benzemiyordu ve parmakları. Mercekle bakıldığında dokusu da. Benzemiyordu kimse, anlamıştı. Herkes, biraz herkese benzerdi. Herkeste bir miktar herkesten vardı. Ondan kimsede yoktu, anlamıştı. 
Dallarından bir taze kiraz koparmak istemişti ve öyle kırmızı. Eliyle kavradığıysa bir tuhaf sızı. Avuçlarını açtı, kiraz değil kandı damlayan.Bir sorun vardı anlamıştı. 
Ya kiraz değildi ya henüz Yaz. 

Ç. 

6 Temmuz 2014 Pazar

Delphie

Zamanın, senin için hazırlanmış; ve ancak doğru kabloyu kestiğinde hayatta kalacağın bir bomba düzeneğini olduğunu anlamak.