29 Aralık 2016 Perşembe

2017

Yine böyle bir yılbaşı arifesiydi. Sene 2000. Yağmur yağıyordu yine böyle ve yine aynı şarkı çalıyordu. Büyümek için acele ediyordum. Bilmediğim yerlere gitme fikri heyecan verirdi. Bilmediğim yerlerle doluydu gelecek. 
Gelecekti işte. 
Tam 16 yıl sonra, pek çok gencin doğup da erdiği bir müddette, geride çok şahane şeyler bırakmadığımı görüyorum. Koşar adımla büyüme heyecanımın yarısı kendimi mühim hissetmemdendi. Ancak herhangi bir pastanın dilimi oldum. Kremalı ya da çikolatalı bir önemi yok. Geçen 16 yılda hangi pastanın dilimi olduğunun bir önemi olmadığını kavrayacak kadar yol kat ettim. Bir de karıncaları fazlaca izledim bu sürede. Yediğim çekirdeklerin posası ve kabuklarını verirken, devasa bir mücevher görmüşçesine dehşete kapıldıklarına şahit oldum. Bütün kabile bir kabuğu taşıyıp evine götürmek için seferber oluyordu. Kışa erzak yapmak müthiş bir motivasyon onu anladım. Tanrıya inanmaktan daha ulvi bir şey. Yazdan turşu kurmak misal, en az bir mevsim daha hayatta olacağına inanmak. Karıncaların yaptığı da bu. Pastadan bir dilim onlar da ve küçücük bir tehditte canını korumak için çırpınıyorlar. Bizden bir farkları yok. Ne kadar yaşayacaklarını bilmiyorlar, biz de bilmiyoruz. Bildiğim tek şey uzaktan bakınca minicik gözüktükleri, sanki bunkadar minik bir canlının hayatı bu kadar da mühim olmasa gerek diye düşündüğümüz olur. Perspektif oyunu bu. Uzaklaştığın her nesne küçülür gözünde. Sonra düşünmeye başladım işte. Tanrının gözünde, karıncadan ne farkımız olduğunu. İnsanoğlu henüz türlü gayelerle koşturduğu hayatına hiç o kadar uzaktan bakma şansı olmadığı hiç bin yıllardır kendini bu kadar önemli hissediyor. Birbirimize tutunma çabamız da bundan, uzaklaşmaya korkuyoruz sadece. 

Gelecek 16 yılı bilemiyorum Altan. 
Böyle bir 16 yıl var mı onu da bilmiyorum. Bugünün şarkılarının eskiyip kayıtlarda cızırdadığını duyabilecek miyim yahut fikri güzel, sohbeti şen o ihtiyarlardan biri olabilecek miyim? Erkenden uyku bastıracak mı bilmiyorum. Herhangi bir yılbaşında kar yağdığını görebilecek niyim? Her sene yıl başı ağacı süsleyebilecek miyim ve yıldızlar hep şimdi olduğu gibi mühim olacaklar mı benim için. 
Dilerim olurlar. 
Sevgili geçmişim ve geleceğim,
Hoşgeldik. Hadi uyanın. 

İst' 29'12'16 
Ç. 







28 Aralık 2016 Çarşamba

iksir

Bir aşkın en güzel yanı seni ölümsüz olduğuna inandırması belki de. Ayrılık sonrası çektiği deve yüküyle acıyı düşününce insan hiç ölmeyecekmiş gibi davrandığı zamanları hatırlıyor. En çaresiz zamanlarında,ömrünün geri kalanı hakkında hiç bir fikri olmamasına rağmen bütün evrene yetecek kadar çileyi sahipleniyor. Bu, ölümsüzlük iksirinden içmek değildir de nedir? 
Aşk... Aşk, uyuşturuyor. 
Yağmalıyor sersefil. Bitmeyen bir hayata inandıran saadet zincirini boynuna doluyor. O hayatta seni hurilerin ve sayısız güzelliklerin beklediğini anlatıyor; inandıkça daha çok bağlanıyorsun. Bir ayrılığı göğüsleyecek kudrete geldiğinde, ceplerinden çıkardığın acılarla can hıraş giriyorsun bu harbe, yarın hayatının son günü mü? Kimin umrunda! Ölmeyeceksin sen, acın öylesine kalın bir kabuk örmüş ki etrafına ecel bile yaklaşamıyor yanına. İşte sen böyle bir sarhoşlukta bir sonraki mutluluğa kadar lübnen galipsin hayat karşısında. 
Ah Aşk, nelere kadirsin. Hathor'un elinden bir  simya yahut Afrodit'in başdöndürücülüğünden bir tezahürsün aklımın tıkanmış yuvalarında. Her arafta beni bir simuzer olduğuma inandırıyorsun. Bir intihar timi, bir büyük söz, bir büyük lokma, bozulmuş bir yemin gibi dilimin ucunda her gün bir yasak elma. 


İst' 30'12'16
Ç. 

31 Ekim 2016 Pazartesi

Sahi

Birileri alkış tutuyor bu şehrazata, birileri şiir yazıyor. Kurşun gibi yağıyor cümleler. Şiirler , dünyaya meydan okuyor. Yaşanmışa kin tutuyor cümleler. 
Birileri doğuyor bugün, birileri ölüyor. Hayat biraz koyup, biraz taşırıyor bardağın ıslak ağzından. Bardağa suyu hep abalı.  Karşısında durunca ölüm, kristal buhurdan ve edalı
ona benzemeye çalıcaktı. 
Niye şaşırdık yaşamdan ölüme evrilen hayatlarımıza bu kadar?

Ç. 

19 Ekim 2016 Çarşamba

Yara

Ve sen,
Çocukluğumdan bir yarasın esasen
Bir dilek kuyusu, bir kaldırışım taşı
Kaşımaktan kanattığım
Müzminleşen bir kurdeşen, 
Sen,
Bahçelerde toz toprak, kir pas içinde
Akarken açık yaramdan arsız bir mikrop 
Kapıda karşılayan vesvesem,
Sen,
Güneşin sıcağında köpük köpük
Su toplamış ümitlerle
Kabuk tutmayı beklesen de
Kaşıyacağım seni var gücümle bilirim
İyileşmesen de bitmesen
Sen. 

Ç. 

Praha/ Ryje 20'Oct'16





iPhone'umdan gönderildi

29 Eylül 2016 Perşembe

Kuyu

Onu gördüm 
Bir mezarın başında
Ölmüş bir çiçeği suluyordu
Çiçeğe ölümden bozma bir yaşam vaat edilmişti
Çiçek tüm güzelliğiyle ölüler diyarında açıyordu her sabah
Biraz yaşam salıyordu köklerinden
Bir ölüyü okşuyordu parmak uçlarıyla
Ölüden nasıl medet umulur, biliyordu
Ölümün sanıldığı gibi olmadığını biliyordu
Bunu bilmek için, elini toprağın altına sokabilmeliydi insan
Kimse cesaret edemiyordu
Çiçek her gün, toprağıyla konuşup ona yaşamı mı, ölümü mü daha çok sevdiğini soruyordu. 
Toprak bilmiyordu bu sorunun cevabını. 
Göğsünde hem diriler hem ölüler yatıyordu
Farksızdı ikisi birbirinden onun için
Çiçek biliyordu aslında
Ölüler, umut edeni olmayanlardı
Toprağına dokunulmayanlar
Yaşanmış hikayeler anlatılmayanlar
Başucunda ağlanmayanlar
Duyduğundan artık şüphe edilenler
Umut kesilenlerdi ölüler
Diriler ise, çiçeğe can verenlerdi
İçinde yaşamdan pareler olanlardı
Başucunda beklenen
Zehirli otları koparılanlardı
Toprak bilmiyordu yaşam mıydı mühim olan ölüm mü?
Çiçek biliyordu
Çiçek yaşıyordu çünkü
Bir eli toprağın altında diğeri üstündeydi
Çiçek tanıyordu çünkü 
Yaşamı da ölümü de tanıyordu
Çiçek, gelenlere, ölüler diyarından selamlar getiriyordu
Kimse gelmeyince anlatamıyordu
Ona ölümden bozma bir yaşam vaat edilmişti
Kırda ya da ormanda değildi
Mezarlıktaydı
Hep ölümün içinde yaşamı da tanımamıştı
Gelenler bir bir kayboluyordu
Çiçek de soluyordu o vakit
Çiçek de ölüyordu
Yaşamı hiç tanımadığından nasıl ölünür bilmiyordu
Gücü tükeniyordu
Gövdesini taşıyamaz olmuştu
Her günden farklıydı ellerindeki kuruluk
Bugün pek bir şey konuşmuyordu
Güneşe dönmüyor
Rüzgarda salınmıyordu
Çiçek anlamıştı
Bizim ölüm dediğimiz şeye benziyordu bu
Ölüyordu, anlamıştı. 

Ç.  


18 Eylül 2016 Pazar

13

Bu da o balığın masalı Eylül.  Av sezonu açıldığında bile ölümden hiç korkmayan o balığın masalı. Sen ya da ben ağ değiliz, bir yem de değiliz ama. Olsa olsa küçük bir deniz olabiliriz. Okyanus olamayız fakat. O balık için bile okyanus olamayız. 

13 Eylül 2016 Salı

Yol

Cevabı, yolculukta olan sorular vardır. Yola çıkmadan bilemezsin. Kaç kez duracağını, yolun sonunda ne göreceğini ve gördüğün şeyle mutlu olup olmayacağını. Yolculuklar, zirveyi sevenlerin değil, yolu sevenlerin işidir.

Ç. 

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Hoşgeldin Eylül

Hoşgeldin Eylül,

Yine elinde kırmızı çiçekler ve hüzünlerle
Ne de güzel bilirsin misafirlik adabını
Elin boş gitmezsin hani baharların evine
Güneşin elinden şekerini çalarken de naziksin, sana haram yok, bilmem niye?

Doğa senden öğrenmiştir efendiliği
Oturup kalkmaz da hiç sıkmazsın ev sahibi akşamları
Akşamcılarla aynı masada sefa
Bir de selamlarsın uykusuz kırlangıçları
Şakaklarında ağarmış göğün saçları
Yılların birikimiyle muktedir öğütlersin
Doğurganlığın kutsal tadını buluta
Kucağına aldığında damla damla yavruları
Affedecek doğa ana, eli öpülmemiş o bayramları

Gelişinle bir telaş sarar hep küskün aşıkları
Bakışlarında silah bırakan direnişçiler
Kaç öfke teslim olur bilmez kimseler
Aşıklar suskun
Şehir vakur
Geceler uzayacak dile kolay
Erken yorulacak saatler

Kara kıştan önce yüzleşmek isteyecek toprak ve rüzgar
Ve bu adanışa birer kurban gibi yapraklar
Sararıp düşmekteyken korkuyia
Bir de çöpçülerle tanışacaklar
Hesapta yokken hiç 
Şarkılar dinleyecekler, küfürler de işitecekler elbet
Aralarında yeniyetmeler olacak, garipseyecekler
"Halbuki salınıyorduk" diyecekler "fosforlu bir yosmalıkla"
"Ne de yakışıyorduk başıboş sabaha"
Onlar da alışacaklar
Kabuğunu değiştirirken doğa

Ve biz kimbilir hala bir öküzün boynuzunda
Ya da dönüyorsak da alevden bir topun etrafında
Kehanetlerimiz topu topu darağacında 
Yahut bir mahalle ortasında
Boğularak susacaklar

Hoşgeldin Eylül
Binbir valizle uzun kalacak gibisin
Her elbisen bir telaş bende
Takıların, kokuların nazende 
Başımı belaya alacak gibisin 
Yine bana " seni doğuracağıma taş doğursaydım" diye sitemler edeceksin. 

Sen benim seher yıldızım, püsküllü belam, nasırım, şeytan tırnağım
Sen benim boyumu aşan sularım, donmuş nehirlerimsin
Sen bana yazdan yâdigar
Sen hiç bir ninniyle uyutamadığım yetimimsin
Başını göğsüme koy
Aşık olmak: koklayarak öpmektir 
Koklayarak öpeceğim saçından
Bu şarkı bizim şarkımız mı bu çalan?
Hoşgeldin Eylül. 

1'9'16










15 Ağustos 2016 Pazartesi

Gül

Gülün belinde bir incelik var
Saçlarında bir ağırlık
Akşamdan kalma bir utanç
Kokmayı unuttuğu bir isyan gözeneklerinde
Akşamları iyi tanır oysa
Başını omzuna yaslar Tevfik Efendinin
Alacağı vereceği yoktur konu komşuyla
Bir su bekler
Bir de okşanmayı kararında
Ama gülden beklenen hep daha fazla
Güzel görünsün isterler, güzel koksun isterler,
Rengarenk açsın isterler
Dikeni de batmasın isterler
Batar ama
Sevmezler
Kimse onu sevmez dikeniyle
Gül, dalında güzeldir sonra
Koparırlar ama
Solmasın isterler
Gülden beklenen hep daha fazla
Evlatlık verilir gibi eğreti aşıklara
Yoktan var etsin isterler
Yoktan var olur mu bir aşk
Gül ne yapsın?
Yalancı baharla sevda açsın isterler
Kızın ellerinde geleceği bulandıran ter
Çingene, dilinde ayıplı yalanla fala kader der
Gülün alınmış dikenleri 
Yeni gelin gibi tebessüm eder
Dalını unutmuş
Bahçesini de
Geldiği yeri unutmuş çoktan
Koparılmadan koklananlar da var diye düşünür içinden
Binlercesi arasından bulunup sevilenler de
Şansa inanır gül
Dikeniyle sevilmeye
Bazen zamansız da solabilmenin hürriyetine inanır
Sevilmeye
Cennetteki vazifesine
Ölümden sonraki yaşama inanır
Sevmeye inanır
Bahara
Mevsimlere yön veren kudretine inanır
Gül, zamana inanır. 
Döngüye. 

Ç. 15'8'16 Tkr








28 Haziran 2016 Salı

Arayış

Kendi acımıza üzülemez olduk, başkalarının acıları öyle bastırıyor ki her yandan. Ne aşka, ne parasızlığa, ne hasretlere sitem edemez olduk. Önümüzde sıralı ölümler var. Bir camın ardından kederlere bakıyoruz alelade bir şeymiş gibi, uyuşuyor uyuşuyoruz. saklambaç gibi eğlenceli, biraz şüpheci ve ukala bir bilgelikle ölümlere kılıf arıyoruz. 

20 Haziran 2016 Pazartesi

Duvak

İlk kez aşık oluyorum böyle telli duvaklı
Hani bu sevda tutsa elimden gelin edeceğim onu
Duvağını kaldıracağım usulca ay düşünce pencereme
Kurtlar uluyacak kalbimin  içinde
Kendi sesime yabancı olacağım
Bir garip telaş akacak damarlarımdan kan niyetine
Cebimden bir sigara çıkartacağım
Birkaç adım atacağım odada
Kapıya bir de kurşungeçirmez asker koyacağım 
Koynuma kaygıları alacağım gece
Islak ağzını öperken 
Zencefil kokan mahremine bakacağım
Ey güzel endişem, seni çok seveceğim
Sahiplendireceğim bu başıboş hayalleri 
Bir sana yanacağım
Tastamam olacağım o vakit 
Tastamam olacağım. 




6 Mayıs 2016 Cuma

Tohum

Çiçek kokularını taşıyan rüzgarlar da var bu hikayede
Şimdi diyebilir misin bir başına güzeldir bahar, çiçektir
Çiçeği çiçek yapan arıdır, böcektir
Mevsimler de söyler şarkısını elbet
Evvelde her tohum, sevişmemiş gelecektir

Ç. 




13 Nisan 2016 Çarşamba

Siz ve Biz

Gökten zembille inenlere selam olsun
Yardım diye bağırırken bile görmeyecek kadar uzak bir diyardan geliyorsunuz. Acımızı hiç tanımadığımızdan bize nasıl yardım edilir bilmiyorsunuz. Ölmeyi bile bilmiyorsunuz hoş, can çekişirken halimizden nasıl anlarsınız? Biz ölmeyi biliriz lakin, ölüm korkusudur bu deliliğin açıklaması. Üzerimize bir garip hüzün yağarken, birbirimizi ezer geçeriz. Ölümlerden ölüm beğeniriz ancak hiç birimiz dilediğimiz ölüm ile taçlandırılacak kadar şanslı olamayız. Şimdi uzaydan tırtıldan devşirme bir kelebeğin hikayesini izliyorsunuz. Ne tuhaf , lakin sizi ölümü hiç bilmiyorsunuz. 

Bestekar'4'16

30 Mart 2016 Çarşamba

Nisan 1

Saymayalım Albayım
Siz benim kapımın tokmağını aydan aya vurun
Ben avcunuza kirli bir kağıt bırakayım
Parayı göz ucuyla sayın
Yeni seçimlerde oy isteyen bir tebessüm bırakın aklımın eşiğine
Yıllardır oyumu size veriyorum, yine size vermek niyetindeyim
Ancak yine de gülümseyin bana
Gülümsemek apartman kurallarına yazılamıyor zira
Yazılmalı aslında
Gülümsemek ve " merhaba" demek
Ortak yaşam alanlarında birbirimize azami derecede neşe saçmak mecbur kılınmalı
Kapı eşiğinde ingilizce " hoşgeldin" yazan paspasımdan haz etmediğinizi her fırsatta  kötü bir şakayla dile getiriyorsunuz. 
Haklısınız aslında ingilizce olması da saçma
" Sanki türkçe günaydın diyoruz da birbirimize, ingilizce hoşgeldin eksik kaldı" diyorsunuz
Ne de haklısınız Albayım
Haklı olmak bir insana ancak bu kadar yaraşır
4,5 yıldır her ay birbirimizi görüyoruz muntazaman
Ancak evime hiç girmişliğiniz yok
Merak ettiğinizi biliyorum
Hem sonra benim çöp poşetlerim de evden bir haber vermiyor
Poşetlerim biçimsiz
Bir yaşanmışlık taşımıyor
Oysa çöp poşeti Albayım, 
" çöp poşeti" bir evin yaşam izidir!
Bir evden her gün farklı boylarda mukavva kutular çıkıyorsa o evin oturma salonundaki masanın yüzeyi yapış yapıştır, mutfak tezgahında yıkanmamış bardaklar birikmiştir.
Evin çeşitli yerlerinde kitaplar ve tuvaletinde muhakkak birkaç mizah dergisi vardır
Otelden bozma evlerde her gün tozlanmayı bekleyen bir kristal vazo vardır
Ölüme terkedilen saksı çiçekleri
Saçakları kurumuş vileda sopası
Paslanmış tıraş bıcakları
Ve saç telleri vardır
Rezervuarları çok seslidir
Mutfaktaki set üstü ocaklarında desene dönüşmüş kirler vardır
Dolaplarında bir düzine dizi çıkmış eşofman
Eşortman mı demeliydim ya da?
Bir tanesi mutlaka hep 8 şeklinde yere bırakılmış
Bu evlerde herkes kendinden bir şeyler bulur
Ev sahibiyle kiradan düşmek üzere anlaşması yapılmış kombiler
Ev sahibiyle ileriye dönük atılmış ciddi adımlar
Sorsan hiç birimiz ambulansın, itfaiyenin telefonunu ezbere bilmeyiz ama mahalledeki tüm kebapçı ve tekellerin numarası aklımızdadır
Merak ediyorsunuz Albayım
Hayır elektriğimiz kaçak değil 
Bunu merak ettiğinizi ve geceleri usulca gelip sayacı kontrol ettiğinizi biliyorum
Sesinden huzur veren parmak uçlarınızda
Her 29 Ekimde takındığınız o nefis şıklığınız
Gösterişli rozetleriniz
Ve kendisi bir miktar penceremin önünü kapatsa da her sene tertemiz astığınız o Türk bayrağınız
Bir bayrağı gelecek sene aynı günde asmak için yıkamak, ütüleyip kaldırmak
Bunlar önemli şeyler
Kendine minimum bir sene ömür biçmek
Ben Albayım, sigarama 50 kuruş zam yapıldığında onu içmeye devam ediyorum
5 lira zam yapılsa dahi bunu yaparım
Bu konuda benziyoruz birbirimize 
Gitarımın jakı bozulduğundan biraz gıcırdama yapıyor ve sesi rahatsız ediyor sizi bunun farkına varıyorum
Sabah sesinizdeki çatallaşmadan anlıyorum
Gönülsüz " merhaba" deyince insanda hep aynı ses tonu oluyor
Akşam işitme cihazınızı 10 gibi çıkartıyorsunuz ancak Hayriye Hanım geç saate kadar oturuyor
Üst komşumu bile memnun edemiyorum
Hayat sahiden zor Albayım
Çocuklarıma ve dahi torunlarıma anlatacağım 96 harbim bile yok
Aslına bakarsanız 96 dan kalan en önemli varlığım Micheal Jackson kasedim 
Bu da bu yıllarda pek önem teşkil etmiyor
Soba tedavülden kalkınca bu cephe hikayeleri de eski havasını yitirir diye düşünüyordum ama düşündüğüm gibi olmadı
İnsanın hep anlatacak bir şeyleri olmalı
Birilerinin gözünde önemli kılmalı cümleler
Cümleler Albayım, bazı anlamlara gelmese de
Kurulmalı
Köstekli saat gibi kurulmalı ve durduğunda
Bozuk bir saat gibi cümleler günde iki defa da olsa doğruyu göstermeli
Zeytini sıkıp yağını çıkartıyor sonra yine zeytinin üzerine döküyoruz ya 
Hayatın da beni sıkıp içimden çıkan kiri yine üzerime dökmesi de lezzet katmak için mi?
Başımdan boca ettiği mayhoş maziye kim sokulsa hoşuna gider
Birçok sorunun cevabı yok
Sadece çok sayıda soru var
Asıl sorun da bu zaten
Boyumu aşan sorularda yüzüyorum genelde 
Yüksek katlardaki evlerimiz sanki birçok kötülükten koruyor gibi
Sanki Albayım, kıyamet kopsa en son ben etkileneceğim gibi
Yahut cennetin kapılarını açsalar açık ara öndeyim gibi
Artık dilim dursa da yüzümde hep konuşan bir taraf var
Bunun farkındayım
Ben çocukken dedem misal, hiç konuşmazdı ama hep anlatırdı
Hikayeliydi yüzü
Sanki bir kırışıktan yola çıksam, o yol bitmez gibi gelirdi
Sanırım yaşlandıkça babama ve biraz daha yaşlandıkça dedeme benzeyeceğim
Bugünlerde aynalarla aram açık bu yüzden
Birine sus dersin de kendine nasıl der bunu insan?
İşte bak yine soru sordum
Sahi Albayım, siz neden gelmiştiniz?
Aidat gününe henüz 4-5 gün olmalı
Çöpün suyu kapı önüne mi aktı acaba?
Yüzünüzdeki bu kekremsi tat, hayli manidar
Belki de sadece aidat gününü karıştırma bahanesiyle evi kolaçan etmeye geldiniz
Sıkıldınız belki de
Belki de hayatınızda ilk kez sıkıldınız
Öylesine sıkıldınız ki
Kapı eşiğinden sızacak sıradan bir muhabbet bile iyi gelecekti size
Bazen mevcut kötü durumdan başka yeni bir kötü durumun içine düşmek bile iyi geliyor insana
Son günlerde İstanbul'da, olduğun yer dışındaki her yer güvende hissettiriyor
Ve sanki bizler hep en tehlikeli yerdeymişiz gibi
Ah şu karşı kıyılar
Çağıran kıyılar
Bilemiyorum Albayım
Ay sonunu getirmekten daha ciddi kaygılarım var artık
Ay sonuna çıkmak gibi mesela
" Unutmak" Tanrının bir lütfu
İyi ki unutuyor insan
Bazen beni 3 numaralı daireye geçen yıl taşınan yeni evli komşuyla karıştırıyorsunuz
Sonra hatırlamadığınızı da hatırlamıyorsunuz ya
O vakitler çok imreniyorum size
Ne büyük bir lüks
Kaçımız ölmeden her şeyi unutacak kadar şanslı olabiliyoruz ki?
Siz şanslısınız Albayım
Kapı ziline karışan o titrekliği parmaklarınızın
Oturduğum koltukta kapıyı sizin çaldığınızı hemen anlayacağım kadar kimlik katıyor size
Ve o sırada , tam o sırada diyorum ki :
" Akarsuya kapılmış bir incir dalı gibi salınmakta zihniniz zamanın içinde ve siz yine hangi kapıyı çaldığınızı unuttunuz..."
Biz yine hiç bir diyaloğun geçmediği bir kapı önü sohbetindeyiz sizinle
Akşam 7 suları
Yaz saati uygulamasına yeni geçilmiş
Sofralarda 2,5 litrelik kolalar yerini almış
Apartmanda kızartma kokuları
Karşı komşumun kapı önünde her akşam olduğu gibi, bu akşam da, bir cenaze evini andıran ayakkabı kalabalığı
Birbirine karışan senfonik uğultular 
Bugün Nisan 1
Cevabı verilemeyen sorulara " şakaydı" diyebilmek için son 5 saatim
En iyisi içeri girip hayatı gözden geçirmek
Bugün burnumu dışarı çıkartmadığımdan hiç bir şakaya rastlamadım
Hayat inanılmaz gerçek
İzin verirseniz Albayım içeri girip hayatıma kaldığım en gerçekçi sahnesinden devam edeceğim
Ve siz, ben kapıyı kapattıktan hemen sonra her şeyi unutacak kadar şanslı olacaksınız
Ben ise hiç bir zaman unutmayacak kadar zavallı
Siz bir sonraki 29 Ekim'de hayatta olacağınızdan emin ve zamanla davanızı kapatmış birisiniz
Adrese hiç ulaşmamış binlerce mektuptan birisiniz
Sizi birkaç dakika okumam bile yetiyor size
Sonunuz ise, sizin bile umrunuzda değil
Okunmama ihtimalinize karşılık son sayfanızda can alıcı bir final taşımıyorsunuz
Tevekkül içinde öykünüzün giriş kısmında emekliyorsunuz. 
Çaresizlik, en iyi çare gibi yanaşmış aklınızın kıyısına
Çaresizlik kör bir ebe
Doğurttuğu sonuçları hiç görmemecesine
Yopal bir müjdeyi bırakıyor kan içinde eteğinize
Çırpındıkça saadete batıyorsunuz
Her şeyini kaybeden bir hafızanın daldığı o tatlı uykunun içindesiniz
Ve Albayım, 
Çaresizliğiniz öyle büyük ki baharda tekrar yeşermek için kendi ölümünüzü bekliyorsunuz. 

Ç. 




















19 Mart 2016 Cumartesi

Güvenpark

Biri Ankara'ya elini uzattığında sanki soyuma sopuma dil uzatmış gibi oluyorum. Sanki çocukluğumun üstüne basıyor da çiğniyor gibi geliyor. O bombaları patlattığınız yerlerde gençliğim yatıyor, ölmediğim her ihtimalde anılarımı vuruyorsunuz bir bir, sanıyorsunuz ki ben aynı benim. Değilim. Fotoğraflardan siliniyorum. Arkamdaki ağacı yaralamışsınız, kaldırım taşını parçalamışsınız, fotoğrafta eskaza kadraja giren o kadını vurmuşsunuz, heykeli darmaduman etmişsiniz. Saçlarımı savuran o rüzgar donmuş Fotoğraf hafif nemli elimde. Güvenpark'da güvenden eser yok. 

Ankara'ya ilk adım attığım gün oradaydım. Adını televizyonlardan duyduğum " Büyük Millet Meclisinin" önünde. Hayranlıkla Başkenti izliyordum. Oradan az ilerideki Güvenpark'a yürümüştük. Bugün insanların öldüğü o yerde, biz o gün sağ kalmıştık. Alışıyoruz hızlıca ölümlere alışıyoruz, duyarsızlaşıyoruz ve de korkunun üzerine giderek yeniyoruz. Tamamen uyuştuktan sonra zaten hissedemeyeceğiz hayatta mıyız, değil miyiz.  O vakit ne sağ olacağız ne salim. O vakit uyuşmuş olacağız sadece. 

Kötülüklerden korunmanın tek yolunun " güven" olduğunu "sevgi" olduğunu öğütleyen öğretileri silip yerine modern zamana uyarlanmış paranoyalar koyacağız. Büyümenin böyle bir şey olduğunu söyleyen kimse olmamıştı. 

A noktasından B noktasına tesadüfen gitmek, cephede mayınların üzerine yürümek gibi bir kahramanlık oldu artık. Hepimizin boynunda neden takıldığını anlayamadığımız madalyalar var. "Şehrin Azizleriyiz"

Her yaşın ayrı bir güzelliği varsa, ölüm hangi yaşın ardışığıdır? Ne vakit hak eder insan gerçekten? Biz ne vakit sevileceğiz kader içinde. Adam yerine koyulacağız da korunacağız meleklerce? 

Peki ya körle yatmadan şaşı kalan sevdalar, onlara ne olacak?

Ç. 
14'3'16



6 Mart 2016 Pazar

Akrebin hikayesi


     Ne vakit özgür hissedersin kendini?

Telefonunun ekranına bakıp "şebeke yok" dediğinde bana göre. Dünya ile tüm bağlantın kesildiğinde. Tarihin en eski kitle iletişim aracı olan "radyoda" trt fm dahi çekmediğinde. İşte o vakit sahiden özgürsündür. Rüzgarın, dağların yanaklarını okşayan; kalçasını savurarak peşinden sürükleyen yosmalığını, eriyen karların mırıldandığı şarkıları, uzaklardan gelen bir mektup gibi heyecanla açarken kafanda kilitli tüm kapıları, her metrede biraz daha artarken kulaklarındaki basınç, damarlarının usulca büzüştüğünü hissederken... İşte o vakit özgürsündür.

Güvenin olduğu hiç bir yerde özgürlükten bahsedilemez. Bu, etrafını saran alevlerin içinde kendini zehirleyen akrebin hikayesidir. Sınırlar, neyle çizilirse çizilsin özgürlüğü kısıtlarlar. Seni bir fanusun içine hapsederler. Orada hiç canın yanmadan, ölümsüzlüğü vaat ederler sana. Ben vaat edenlerden hep kaçtım. Bildiğim en iyi şeyi yaptım ve gittim. Özgürlüğüme doğru. Rakımı güven seviyesi kabul edersek üç bin metrelere misal. Gidebildiğin en uzak noktalara. Daha evvel ayak basılmadık arazilere. Güneşin bir başka vurduğu bitki örtüsüne. Haritada yeri olmayan göllere. Bir toprağı, bir vatanı olmayan sahici tam bağımsız ülkelere, elektriğin gitmediği, suyun akmadığı, kurdun kuşun bile uğramadığı kuytulara. İçinde , hiçlikle yarılmış devasa meteor çukurlarının olduğu vadilere, altıncı duyunun açıldığı görüntülere,oksijenin azaldığı; 
Tanrıyla hesaplaşacak cesareti topladığın yüksekliklere. 
Dağlara,
Özgürlüğe,
Sağlığa...

Ç. 

Beydağı'03'16







12 Şubat 2016 Cuma

Serendipity

Hayatın kendisi bir saçmalık değil mi? Bunu normalleştirmeye çalışan ısrar saçma değil mi ? Sadece kendi akışına bırakılmış bir nehrin sesini duyabilirsin ama ona elini sokan taş atan olursa o sesi kaybediyor. Bu kez de bozuk sesler duyarsın. Duyduğun nehrin sesi olmaz. Hayat ciddi bir şey değil. Sadece bir yanılsama. Bir çeşit çoklu ayna düzeneği. Bu mevzuyu yanlış anladık. Romantizme sacmalık diyorlar. Hayır bu evrenin içinde var. Dünya güneşten koptu ve o gün bugündür bir yanlışın içinde. Romantizm var hem de öylesine büyük bir gerçeklikle var ki. Hatta tek gercek rastlantıların birbirine eklenmesi ve şansı doğurması. Sahip olmak diye bir şey yok aslında sadece rastlantıların cıkardıgı yerde güzel sahneler var. Sahip olduğun sadece bunlar; bu sahneler.

Ç. 13'16

29 Ocak 2016 Cuma

artı eksi

X' in yanından 3'ü çektiğimde hep o 3 ün ne hissedeceğini düşünmekten matematiğe küsmüş insanım. Bu pozitif ilimler benım tarzım değil. Ben bunun yerıne, güneşin yanına bulutları, ayın yanına yıldızları koydum. Bu yuzden sanatı seçtim ya da o beni seçti kimbilir.
Sanatta hep kolaj var. Birleşmeden doğan melez bir estetik. Halbuki matematik öyle mi? Hep ekle, hep çıkar. Hep sağlama al, hiç güvenme. Hepsine bir değer ver " örneğin x de".   Değer üzerinden sonuca ulaş. En kötü, şıklardan git. Aynı paydada birleştir; aynılaştır. Hep bir sonucun olsun. Başarının ölçütü " doğru sonuç olsun". Tek bir doğru olsun ve onun dışındaki eldeler tümden yanlış olsun. O kadar uzak ki benden bu kavramlar.
"A noktasından B noktasına  kaç saatte gidilir?" bir takım verilerle bulmak akıl kârı gelmedi hiç. Benim için gitme hevesidir yolları kısaltan. Örneğin çok istersen gidersin; budur A noktasından B noktasına ulaştıran gerçeklik. Bir noktadan geçen sayısız doğruyu hele hiç anlamamışımdır.  Kaç kişi yolunu kesen milyonlarca doğru ile karşılaşacak kadar şanslı ki... 
İşte bu yüzden sanat var. Matematiğin söylediği yalanları pembeye boyamak için. " Pembe yalanı" işte biz böyle yaptık. 

Ç. 

İst' 30'1'16

18 Ocak 2016 Pazartesi

Sana buraları anlatmak isterdim. Tohumunu öptüğün çiçeğin büyüyüp kaç bahara soyunduğunu,,,
Her şeyi olumlamak, mazi tarafından kafanıza sıkılmış bir kurşundur. 

13 Ocak 2016 Çarşamba

Ademoğlu

Hiç kimse bir sonraki dakika için kaygı duymuyorken, gelecek hakkındaki umarsızlıkları için onlara nasıl hesap sorulabilir..? Bizler, kimliği bilinmeyen bir uyuşturucunun tesiri altında, annesi tarafından playbackli ninniler söylenmiş bir çocuk kadar kandırılmışız. Çaresizliğimiz öyle büyük ki baharda tekrar yeşermek için kendi ölümümüzü bekliyoruz. 

2 Ocak 2016 Cumartesi

Softuoğlu Çıkmazı

Bir gün abime demiştim ki: "İmkanım olsa, oturduğumuz bütün evlere bir defa girer dolaşırdım odalarında." Duvarlarına dokunurdum, hatıralarımı izlerdim, nerde gitarı elime almışım ilk, ilk yazımı nerede yazmışım, ilk dişimi hangi  çatıya atmışım, Havva Teyze , Nilgün Teyze ben yaştaymış bir zaman, yaşanmamış hayatların kanı akardı bir an için damarlarımda belki, belki kapının ağzında " iyi ki yapmışım" derdim. Pencere pervazında ufak tefek yazılar bırakırdım hep, benden sonraki sakinlere kendimden bir şeyler anlatmak gibi, belki benden sonraki nesillere " burada bir uygarlık yaşadı" der gibi tarihe dokunan bir duyarlılıkla,
Bir dakika olsun girebilseydim o evlere keşke. Bir mezarın içine girmek eski evine girmek,  sevgiliden ayrılmaktan zordur benim için. Çalsam kapıyı, müsade istesem deli mi derler acaba diye korkarım tabi. Hiç cesaret edemedim bu yüzden. Ankaradaki öğrenci evimin kapı tokmağından kaç kere geri döndü elim. Yapamadım. Sonra abim : " Benim imkanım olsa hepsini satın alırdım" dedi bir gün. İşte eksik olan şey buydu hikayemde. Bakma konuşamıyor, bir şey diyemiyorlar ama evlerin bir ruhu var. Öyle hissediyorlar ki yaşayanı, yaşantıyı. Ben hayatta da hep böyle yaptım hep iz sürdüm. Geçmiş, hep daha sığınaklı geldi. Bağlanmaktan kaçan tarafım hep bundan. Benim davam, maziyle aslında.
Ağlamak, ancak ondan yorulduğunda durdurulabilen bir eylemdir.