4 Kasım 2015 Çarşamba
Kar
Kar sıcaklığı gibi gökyüzündeki renk.
Soğuk çok soğuk hava, çatılar kuşatılmış. Teninde gezinen ile gözünle gördüğün başka, bambaşka.
Kar ne kadar da benzer hayata.
Kurutmaya bırakılan çamaşırların akıbeti kadar emin olamadık gelecekten, kaderle gerçek meselemiz bu.
Dokunduğu yer buz kesiyor, gözünü bürüyen cennetül mualla.
Ç. 5'11'15
2 Kasım 2015 Pazartesi
Art arda duvara işemiş iki köpeğin hikayesi bu
Hala idrarın sıcak taşta
Ve biz ikimiz birer iz sürücü gibi aynı telaşta
Ulurken aslında kara kaplı aya
Nasıl da korkuyoruz içten içe
Geldiğimiz yönü bulamamaktan bir daha
Benden az evvel yola çıkmışsın
Hatıra nedir, nedir aslında?
Hatıra, geldiğin yolu bulmak için işediğin duvardır yolda
Bastığın yerleri yüzüme çarpa çarpa
O nemli kervansaraylarda
Birkaç günahın şahitliğiyle
Geçmişin velayetini alıp kaçmaktayken uzaklara
İçin huzursuz, uyuyakalmış aklının bir yanı
Sürüden kovulmuş bir kış gecesi ve dolunayın huzurunda ilk kez tek tabanca
Detone sesler gırtlağının ucunda
Ensende soğuk ve vakur bir orman soluğu
Bulutlar tokalaşıyor pençelerinle
Sen hiç tanımadığın bir gökyüzünü selamlıyorsun
Öperek uyandırıyor nabzın aklının akşamcı tarafını
Ellerinden dökülmekte derdest edip kaçırdığın maziler
Birkaçını koşarken düşürmüşsün bile
Tüylerin diken diken
Okuyorum kemiğin sıyrıldığı yerden
Kan damlıyor ıslak zemine
Hep birlikte buradasınız işte
O sıcak idrarın içinde
2'11'15 İst
26 Ekim 2015 Pazartesi
Katip'e
Nasıl değiyor sanıyorsun " benim ellerim sana" ? Senin ise başka bir damağın tadına. Hep lafla kalabalıkla yürüyor bu gemi, peynir tabağı kutuda.
Zaten kimseye adil değil cümleler
Benim ne çıkarım var bu işten, üç beş güzel kelam bana ne katar ?
Herkesin iyi sözü kendine kadar.
Şimdi bu kum tanelerinin sayısı evrenin büyüklüğünden daha az diyebilir misin?
Saymamışsan bilebilir misin?
Yahut bilebilir misin ne yaşadığımı, kirpiğimin ucunda tellenen dumanın hatırayı ne kadar kanattığını, aklımı vuran her tokmağın gözümü ne kadar kararttığını bilebilir misin?
Bilemezsin.
Sen bir avuç kumu bile hiç saymamışsın ki bütün sahile sultanlık edesin.
Belki vahiye, " oku" denilse okuyan bir müslüman kadar amadesin.
Halbuki hiç söylenmeden okuyacak kadar var mı yüreğinin kıyısı sevdalara?
Yoksa o makamı neden meşgul edersin?
Yazmakta mısın vurulan ihtimalleri omzumun üstünden bir haneye?
Elini korkak alıştırmayasın Ey Kiramen Katibin! Hayat senin gördüğüne.
Masanın üstünde toplanmayan çay bardakları gibi.
Öyle güzel yaraşırlar ki birbirine günahlar
Kir pas içinde kenetlidirler
Kimisinin dibi tutar yaşandığı anda
Oradan kopmamak pahasına öyle sıkı sıkı sarılırlar işte birbirine.
Bir resmin içinde.
Ç.
26'10'15 Şile
25 Ekim 2015 Pazar
Parça
O fotoğrafta kadraja son anda giren biri gibiydi " mutluluk" , öylesine tamamlıyordu ki resimdeki acılar birbirini, başka birine yer yoktu.
Ç. 10'15 ' Şile
23 Ekim 2015 Cuma
Çatı
Hayatınızda birilerinin hızla kapatıp çıkacağı aralıkta kapılar inşaa edin, tokatlara yanak uzatmak gibi cesurca. Kemik kokan tastan bulgur yiyen bir köpeğin şiddeti öğrenmesi gibi.
Ç.
Öksüzçocuk/Kuruçeşme'10'15
1 Eylül 2015 Salı
Hoşgeldin Eylül
Tekirdağ kendini eylüle hazırlıyor her yıl olduğu gibi. Takma kirpiklerini çıkartınca rüzgarın geçirgenliği artıyor derisinden içeri, artık ruhunda açık bıraktığı her pencere cereyan yapıp çarpıyor yüzüne. Fönden ayrılan saçları ipini koparan bir at gibi savruluyor sahilde, anaforlar içinde çocukluğum boğuluyor. Bu eylül öyle sorgusuz sualsiz acıtıp hem de nasıl seviyor bu şehri. Bir akşam ritüeli, anason kokusu çalkalanıyor bulutun içinde kimbilir hangi çatıya düşecek ilk damla. Çarşıda eski öğretmenlerimi görüyorum, yüzlerindeki otoriter ifade bile yaşlanmış ve " Hiç değişmemişsiniz" diyorum kendim bile inanmayarak , tam tatmin olmamış suratlarında eğreti bir mutluluk beliriyor gülümsüyorlar; koşuyorlar kazayaklarıyla maziye, anlatmaya başlıyorlar, dudak hareketlerinden çocukluk anılarımı okuyorum. "İşte" diyorum bir an için "Zaman makinesinin içindeyim." İlkokul Öğretmenimin sitemkar sözlerinde, güçlü hafızasında, unuttuğum diyarlara yolculuğa çıkıyorum. Kafam biraz uyuşmuş rakı fabrikasının yanındayım. Ben çocukken şehrin dışı sayılırdı buralar şimdilerde katran kokusu ayrı koymuyor kimseyi kimseden. İyi ki katran var.
Limandan yükselen kokular davetkar ki ben denize hiç hayır diyemem zaten. Gözlerimi kapatıp sadece kokularla iz sürüyorum. Az sonra batacak gibi güneş, ülkenin en batısında sayılırım. Yıllardır inşaatı süren kötü mimarilerin eşiğinden geçerek sahile ulaşıyorum nihayet. Ufuk çizgisini neminde boğan, nefesi yaralı; kanalizasyon esansı, pelikan rüyası biraz da rakı beyazı karışmış deniz'im...
Liman çay bahçesinde oturup sudaki aksimi izliyorum. Her geçen sene büyüyor dalga boylarında kapladığım yer. Balıkçılar ağları tamir ediyor. Kediler miskin ve hatta biraz akşamcıdır burada. Kıyıdaki kırık şarap şişelerinde yanılsamalı silüetler görüyorum, endirekt anılar.
Ayakkabımın tabanını sorumlu tutuyorum sarkan cildinden sokakların, elbette lodosun öfkesinden de, marmaraya türlü şekilli ihanetlerimden ve zamansız her ahiretten.
Birkaç güne doğumum şerefime,yine ağarlayacaksın sofranda beni, her sene olduğu gibi. Seninle kadehleri tokuşturup geride bıraktığımız yılları yâd edeceğiz. Şiirler okuyacağız Ece Ayhan'dan yahut Edip Cansever'den, İsmet Özel'den yine. " Eşrefi Mahlukattır insan, derdi babam. " derken kadehi kaldıracaksın.
Biz yine seninle bir Adem, bir Havva.
başka nesiller hiç doğmamışçasına, elmanın hep yasak tarafına, cennetin dar, Tanrının kötü zamanına,
"Sağlığa, Aşka ! " içeceğiz.
Hoşgeldin Eylül.
Ç.
1'9'15
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Koy
Karşı kıyıdan denize fırlatılmış vazgeçişlerin hepsi kıyıya vurdu nihayet. Akşam oldu. Toplayıp getirdi dalgalar, bir hırsız gibi parmak uçlarında gezerken, cevval bir ev sahibi tarafından derdest edilip sokağa atılan ihtimalleri. Kimsesiz, vakur çalıyorlar kapıyı. Her canlı gibi son bir şansın peşindeler. Bazen kıyılar " kayıp eşya bürolarına" benziyor. Kiminin çakmağı, kiminin terliği, kiminin kokusu vuruyor sahile. Burnunda kesif kesif et kokusu yahut " Şu terliğin eşi nerede acaba" kaygısı. Kaygıların Tanrısı, Mitolojik Kaygılar.. Hepsi kıyı meclisinde. Kumları terkedişler örtüyor. Yürümek güçleşiyor, sesler çoğalıyor, hikayeler cam kesikleri gibi acıtıyor ayağının altında çiğnediğin yaşanmışlığı düşündükçe; farklı hayatlara tanıklık ettikçe. Yaşamın izleri var kayıp eşyalarda pare pare. Eğilip dokunmaya ürkersin.
Evlere izinsiz girmek gibi.
Ç.
Datça 21'7'15
17 Temmuz 2015 Cuma
Güney'de
"Sınanmış aşk" , " hiç yaşanmamış"tan iyidir.
Kim demiş " Herkes aşktan bahsetmesin"
Öyle bir bahsederim ki ıslak ıslak, iri kıyım, düğüm düğüm. Gün doğarken gördüm.
Seni, ufuk çizgisinde;inanışı sarsan gülüşünü. Şakaklarından damlayan ter denizi dolduruyordu. Meğer senmişsin dalgalara komut veren, dokunduğu her yeri aşındıran hükümlerle; senmişsin alüvyonlu topraklara, karanlık kanyonlara şekil veren. Kumları yerinden oynatıp öfkeni suların dibinde cinayete döken, izine rastlanmayan suçların delili senmişsin. Gökyüzüne bu yıldızları asan, sonra uzak bir gezegenden durup da eserine bakan; uzayda yönünü bulmak için yıldızlara toz serpmişsin.
Ne güzel çiçeklenmişler amade.
Sen, sen..
Sen ne güzel şeymişsin.
Varlığın tüm varlığıma armağan olsun!
Kaş'18'7'15
05:50
2 Haziran 2015 Salı
Tekil Şahıs
"Hiç bir beklentin kalmadığında hayatın sonu gelmiştir" diyorlar ya bu, kalabalığın uydurduğu bir şey. Hayat, orada yeni başlıyor.
Her insan neden cesarete sürüklenir anlayamıyorum.Suni olarak yüreklendirilen motivasyonlarla insanlar, yeni kurulan rekabet düzeneğinde daha çok korkaklaştırılıyor.
Tektipleştirilen fabrika sisteminde bugün insanların mükemmelize edilmesi, insanların yararına bir reform değil, rekabete sınıf atlatmaktır. Rekabetin kalitesinin artması için uygulanan yöntemler insanları kişisel gelişim adı altında toplu terapilerle ayakta uyutuyor.
Kim demiş memleketi ilim kurtaracak? Herkesin içinde haklıyı haksızdan süzen bir rafineri, çabucak tutuklayan bir Polis, yargılayan bir mahkeme, beraat ettiren bir adalet, ansızın gidilen bir terminal, ansızın girilen bir yürek, ansızın doyulan bir sofra, iştah kesen yokuşlar yok mu? Kim demiş insan insana muhtaç. İhtiyaç duyduğun her şey içinde var. Bunun için okumuyor musun onlarca kişisel gelişim aforizmasını. Sosyal tesis içimiz. Her şey elinin altında. Kimsenin kimseye ihtiyacı yok. Yalnızlaştırıyor ve ayrıştırıyor duvarlar, duvarlar tebessümgeçirmez.
Tapu karşılığı parsel parsel yalnızlık satıyorlar. Kaçıncı Tekil Şahıssın biliyor musun..?
Gökyüzü görünmüyor kirden pastan. Kesip dilim dilim yiyoruz bulutları. Yıldızlar bile terkedeli milyon yıl olmuş uzayı. En son ne zaman atmosferi çektin ciğerine, yıldız tozu yuttun da öksürttü ne zaman? Leblebi tozunu bile hatırlamazsın öyle eksilmiş zaman. Duvar çekmeden gitmeli başka kayıtlara belli ki, hafızan makamının şöförünü arar.
Şimdi sen diyebilir misin: " Bu gece dolunay var."
Şehirde herkes Yalan Çoban'dır.
Kim inanır sana farzet evin yanar..
Ç.
Haz'15
21 Mayıs 2015 Perşembe
İşte yine gidiyorum
Kilidi kırık kapım.
Bu odadan usulca çıkıp hırsız gibi parmak uçlarımda uçuşa giderdim. Bazen gece yarısı çıkar gün doğumunda eve dönerdim. Bir gün bir uçuş sonunda Kaptan şöyle demişti : " Bu işin en güzel kısmı bu, kimsenin göremediği gün doğumlarına tanık oluyorsun."
Bakırköy' de sahilden geçmekteydik, yeni taşınmıştım buraya, yabancıydı her yeni misafir gibi.
Sonra çok gün doğumları ve gün batımları izledim bu sahilden. Bu dalgalarla çok savaştım. Seyyar çekirdekçinin derdini dinledim. Fal baktırdım çiçekçi teyzeye, hatta balonlara ateş bile ettim ancak en çok yürüdüm; yeni dökülmüş betonun üstüne çıkarır gibi ayak izimi, her adımda daha sert daha şiddetli basa basa yürüdüm. Beşiktaş'ın , Kadıköy'ünkine benzemeyen vakur ve boş sahilinde Bakırköyün; hep makyajsız yakalanan kadın telaşında. Ağız dolusu küfür edip, bir de taşla sopayla saldırırken denize, olura kükrerse , hemen arkamda dağ gibi evim var cürretiyle.
Ulaş, Ali, Yaşariye.. Sizleri de bırakıyorum buradan denize. Gece yarısı Garipçe'nin yollarına dökülen serseriliğimizi, öylece boş suya baktığımız suskunluğumuzu.
Evim.. Sevgili 5 yılım.
Yıllar geçtikçe atmosfer basıncı artıyor üzerinde insanın. Hep daha zora koşuyor vedalar. Şarkılar göze daha bir güzel görünüyor.
Koridorunda yankılanan mutluluğum, duvarında leke kalan gözyaşım, camın şeffaflığına karışan hayallerim, kapı gıcırtısına selam eden öfkelerim, duvarındaki duman izlerim, çekiç seslerim, paskalya kokularım, balkonunda botanik bahçelere açıldığım tatlı iklim, en geç sana kış gelirdi Sevgili Odam. Bir dünya işte, evrene açıldığın cephe. Kuşanıp karşısına çıktığın hayat.
Hepsi bir odada değil mi.
Erik açmadı henüz bahçedeki. Balkondan izmaritlerimi, ay ışığımı, kar tanelerini, parmaklıktaki pasları, duymadığım kapı zilini, kuş kafesini, martı seslerini, bir gün gerçekleşeceğini sandığım ihtimalleri alıp da gidiyorum. Kediler uğurluyor beni. Bülbül, seni hiç göremedim, uzun olacak ömrün belli ki. Yol kapandı metal yığınıyla. Komşular camdadır..
Evin içindeki yankı gitgide artıyor, boşaldıkça odalar. Duvarlar soğuyor.
Koli bandı sesleri bir veda türküsüdür.
Saat 11:55 Günlerden Perşembe.
Yine bir telaşla tanışmıştık seninle, yine aynı telaşla bırakıyorum elini. Kalmaları beceremeyen halimle. Hoşçakal Sevgili Evim.
Ç. May'21'15
12 Mayıs 2015 Salı
Bir milyar ışık yılına
Rüyanın en güzel yerinden öpüyorum Sevgili Sevgilim.
Hisset; kulağının tam içine bastırıp fısıltıyla,boğazda düğümlenenleri..
Yavaşça çözülürken içinde, parçalara ayrılıp da ihtiyacı olan her yaraya ulaştırıp taptaze kanı, nasıl iyileştirdiğini hisset..
Ç.
10 Mayıs 2015 Pazar
Ayrılığın Algıda Seçicilik Hali
Hiç bir öfkenin önüne geçemediği özlem; Aşk bu işte.
Tam manasıyla bu. Kendi kendinle dövüştüren, kuralsız, saygısız bir sokak dövüşü.
Ağzın burnun hep kan revan, yüzünde kesi izleri, soluğun acil durum sireni, ölüme hep beş dakika kala geri sayımlı sözcükler,
çiğ et kokusu burnunun ucunda; baca gibi tütüyor ihtimaller,
kamçılıyor olmuşla ölmüşten gelenler; illa ki yapacak bir şey varmışların tribünü, kulaklarının içinde kirli bir tezahürat,
korkular dumanaltı, bir elin kapı eşiğinde bir elin duvara saplı,
organların akortsuz orkestra; kendi telini kopartıyor gönülde yaylılar, vurmalı çalgılar yumruklarda hep kendine haklı,
Çarpıp çıktığın kapı tecrübeli, bıyıkaltından gülüyor kaç veda doğmuş eline, ondan bu soğukkanlı ahvali
Ayrılığın algıda seçicilik hali..
Üstüne alınmalı zamanlar başlıyor
Sanki tüm dünya birleşmiş bu zafere alkış tutuyor
Senin dışında herkes mutlu,
Bu kötü kokunun nereden geldiğini anlayamıyor zihnin,
Birileri portakal çiçeğinden, hanımeliden bahsediyor, boğazına oturuyor piç bir öfke,
Ya bir şarkı çalıyor arkadan
" Ben bunları kimseye anlatmadım, bir tek sen duy diye"
Ya bir görüntü, saniyeler içinde hafızayı delip geçen,
"Şu çiçekleri" diyorum "asmasınlar bayram çocuğu gibi dallara"
Şarkılara siminörden girmesinler mesela,
İkide bir uykudan uyandırıp rüyaları not ettirmesinler bir köşeye,
Hatırlatıp durmasınlar şu dünyanın öküzün boynuzlarında durmadığını,
Binlerce Canın varmış gibi oynatmasınlar oyunları
İlk düştüğün uçurumda bitsin mesela oyun
3 Canı olur mu hiç insanın?
Tek Canı olur elbet..
Çayın kokusu, peynirin tazeliği, gazetenin bakireliği
İşte bunlar hep "hiç yaşanmamış Pazar'lar"..
Nerden baksan mutsuzluk
Giderken bavuluna sığdırdığı kudretten buharlaşıp da yağan bir zerre yok akıldan içeri
Bu aklı alıp da baharda yağış alan Anadoluyu karış karış gezdirmeli
Yaptığın yolun haddi hesabı yok
Dünyanın dönüş hızına butik bir kafa tutma hali
" Nere gitsem çaresi yok" diyor ya Yusuf Hayaloğlu,
İşte öyle bir şey,
Saatleri hesaplamaktan zayıflamış reflekslerin
Doğacak bir bebeği bekler gibi beklersin yarını
Kime benzeyecek bu senden olma , benden doğma "Ayrılık"?
Gözleri bana da, ağzı sana mı sanki?
Aile kurmak derken, bundan mı bahsetmişti,
Her gece nurtopu gibi bir Ayrılığı koynumuza alıp uyumak mıydı bizim çekirdek ailemiz?
Ne çirkin bir şey doğurdunuz böyle
Gözünü kapatıyorsun bir an için çocukluğuna gidiyorsun
Orada seni bulamazlar sanıyorsun
İşte o ceviz ağacının altındasın
Hem sen bunun farkındasın hem de polis farkında
Sahi her şey burada başlamamış mıydı?
Neden gittin ki sen şimdi oraya
Mayısta yapılacak şey mi bu
Güneşe söyle bari dönüp durmasın başının üstünde
Bırak kalemi kağıdı,
Masanın diğer ucuyla konuş
Anlat ona kaldığı yerden " İpek'i, Deniz'i, Elif'i..."
Alim'in Sevgilisinin adını sor, bilemeyecek
Nihat'ın kahvesinde otur
İki çay söyle finalde
Şeker de söyle
Çünkü acısı bol o çayın, o hikayenin
En acısı bu hatta
"Çayı şekerli mi içiyor ?" ,
Sen bunu hiç bilmiyorsun..
Ç. Çengelköy'May'15
9 Mayıs 2015 Cumartesi
Uzay'ın ardından
“Açıkgözler için hiç bir şey yazmayacağım. Dünyalarını kaybetmişler için, kendim için yazacağım. Erken bunamışlara, hayalperestlere, çok acıklılara, bu dünyadan gitmek için hazırlık yapanlara yazacağım. Yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayı paylaşacağım. Aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırı romantiklere ve aşırı sadistlere.”
1 Mayıs 2015 Cuma
Eksen
Severken unutmak diye bir şey yoktur. İnsan severken nasıl unutur? Gerçekten sevmişsen, aklı bu duygudan arındırmanın bir yolu yoktur. Sadece beynin ayarlarıyla oynayıp kimyasını bozarsın. Ekseni kayar şahanelerin. Görüntü flulaşır. Orası deliliğe açılan kapıdır. Hasarın derecesine göre evrilir sağduyu. Artık kimse sana mantıklı bir soru sormaz. Cezai ehliyeti yoktur delirenlerin. Bazen yaptıklarından sorumlu tutulacak kadar ceza istersin hayattan ama vermez. Bir gerçekle karşılaşıncaya kadar bu çemberden çıkamayacağını bilirsin. Tiksinirsin gözünden düşen tozpembelerin bıraktığı dağınıklıktan. Farkındalık ne zordur anlarsın. Zihninde aralıklarla flaş ederek beliren anılar en kötüsüdür. Onlar hipnozdan uyandıran alkışlar gibidir. Hiç bir şey olmamış gibi ya da olanlar çok da önemli değilmiş gibi düşünmeye zorlarsın. Başarır ya da başaramazsın. Başarmak diye bir şeyin varlığından bahsedilebilir ama unutmak diye bir şey yoktur.
Ç. Kapadokya'may
30 Nisan 2015 Perşembe
Neren acıyorsa, Canın oradadır.
Dilimi kaç kez ısırdığımı bilmiyorum. Yüzeyindeki topografi, iletişimle boğuşan arzunun savaş kalıntıları. Ağzımın içi harabe, yaralı tüm dokulara şarapla erken müdahele.
Bıraksam bir yolunu bulup çıkar gider sözcükler. Kanla sıvanmış yanaklarıma, dikiş tutmaz tövbeler.
Tövbeler, kötü huylu bir hücre gibi sarar beynini. Bir yolu var bilirsin, ah bir yolu çiçekten baldan, korkulara gelmemiş bahar. Dişlerin mengene gibi sıkınca alıp bu başı nereye gitsen, bir ağacı bulunur dileklerin. Yine biraz zaman, yine boşa akmış bir akrep bir yelkovan. Aşınmış avuç içleri, boncuk boncuk terlemiş özlemle açarsın kapıyı. Koşulsuz dökülürsün nehirlerce denizlere.
Ç.
Kapadokya 30'4'15
17 Nisan 2015 Cuma
Güneye giderken
Hep söylerim "Güneylere inmek lazım" diye. Yine insanın yanında hatalı da olsa kendi sözleri kalıyor. Herkes gidiyor mesela, onlar kalıyor.
Sonunda en çok istediğim şeyi yaptım. Bir Cuma günü Güney'deyim. Yıllar yıllar sonra bıraktığım ekmek kırıntılarını takip ederek bulduğum bu köyde. Her şey yerli yerinde farklı olan sadece uçak sesleri.
Esnafın tatlılığı, kaktüsün heybeti, muz ve limon kokukarı, birbirine yükselen kaotik bir mutluluk. Bahçesinde limon ağacı olan insanlara imrenmişimdir hep. Bir insanın limon ağacı olur da mutsuz olur mu?Limon kendi başına bir neşe kaynağı.
Sağımda solumda kanyonlar. Kırmızı topraklı araziler. Bir kale vardı burada. Vaktiyle dik bir yamacın sonunda güçlükle ulaştığımız. Onu bulacağım önce, sonra bu dünyanın ekseninin nasıl kaydığına bakacağım oradan. Bence bir merkezi yönetim varsa, o buradadır. Güneş eskisi gibi batarsa vesselam, ölümsüzlüğü bizden önce bulmuştur birileri.
Uzun zaman sonra o kadar mutluyum ki. İhtiyacım olan " hiç bir şey" ile çok şey" in kavgası bitmiştir. Herkes gitmeli biraz. Hedef şaşırtmalı suallere. Benim için en azından hep böyle oldu bu. Soranlara " yok" dedirten bir soytarıyla gezdim. Beni korudu kolladı, bu yaşıma geldim.
Hani diyor ya Turgut Uyar:
" Sizin alınız al, inandım. Sizin morunuz mor, inandım. Tanrınız büyük amenna, şiiriniz adamakıllı şiir. Ama sizin adınız ne? Benim dengemi bozmayınız"
Herkesin hayatında en az bir kere yazması gereken gecekondudan otobiyografimi koydum buraya. Din derslerinde zorla ezberletilen dualar ve kimya dersinin periyod cetveline kızgınım arkadaş. Geri kalan herkesi ve her şeyi
affediyorum.
Ç.
Gazipaşa'Antalya 4'15
6 Nisan 2015 Pazartesi
Hazır ol, Rahat.
İstenmeyen aşka gebeliklerde, fütursuzca her cümleden kürtajla korunduğun duygulara 'zafer' diyorsun, bu bir katliam.
İhtimallerin üzerine yağan bir nükleer yağmur. Ucuz bir soykırım sadece.
Ç.
2 Nisan 2015 Perşembe
Rüzgar
O gün birden sabah olmuştu işte sıradan bir gündü. Güneş aynı yerden doğmuştu. Apartman kapısı aynı gürlükte gıcırdamış, alarm aynı saatte çalmıştı. Aynı rüyayı görüp, aynı suyla ayılmıştım. Her Nisan sabahı gibi biraz soğuktu. Adımlarım aynı yarışta birbiriyle ben yine aynı yolu yürümüştüm akasya kokulu bir sabahtı işte. Esnaf kepengi kaldırmıştı, en taze ekmeğin kokusunu ilk ben almıştım. Yılın en pahalı eriği vardı manavda, otelin önündeki komik kıyafetli adam üşüyordu yine. Dersaneler umut topluyor, Belediye Görevlileri meydana sinen çiği süpürüyordu. İstanbul bir kaosa daha hazırlanıyordu. Şoförler ve martılar yine öfkeliydi. Kedilerin güzel olanları doymuş, çirkinler aç kalmıştı. Yeni güne hazırlanıyordu şehir, bayram günü gibi tertemiz giydirilmişti İstanbul, şeker ister gibi açmıştı avcunu. Sen yoktun, sadece sen yoktun. Başka yerde, başka bir zaman diliminde, hiç habersiz başka öfkede, orada saat kaçtı bilmiyordum.
29 Mart 2015 Pazar
Şimâl
Yapımda ve yayında emeği geçen tüm sarhoşluklara teşekkürler. Ne de güzel anladılar halimden ve bir bayram sabahı gibi şimdi kafamın içi. Tarifsiz bir telaş. Eksik etek, alaycı şarkı, elmalı şeker.
Denizin dibinde görünen irili ufaklı taşlar.
Ağırlığınca batan güneş, arınınca düşünceden tüy gibi. Hafif olanı yüzdürüyor kucağında deniz, ölüler batmazlar bu yüzden. Benim mesafem, seninkine uzak. Baktığında bir gök cismi kadar ufak, yıldız tozu, şehir gürültüsü.
Ekran parlak.
Ya bir söz? Işığın hızında, aslanın ağzında, okun ucunda. Mesafeyi alt eden, bilimi şaşırtan tesirle dilinden kopan gök taşı, bana ulaştığında adı neden " felaket" oluyor?
12 Mart 2015 Perşembe
Şehir'96
Mucizelere ve maceralara sürükleyen şey aynı aslında. Düşünsene: "Görmen bir daha imkansız! " dediklerini. Kader ya da kaide. Dağ gibi mazeretle eğilip önünde bu hendekten " atla" dediklerini. İşte o zaman ya deli olursun ya deli. Macerayla mucizeye atılan kişi aynıdır bu yüzden. İkisi de biraz delidir. Toplumca deli'leştirilirler. Bir mucizenin peşinden giden insanı, sağlıklı insandan ayırt etmenin en kolay yolu 'onu kategorize etmektir ' Sağlıklı insan kaide insanıdır; O, " normal eğrisinin" tabanını oluşturur.
Bir düzenin içine doğuyoruz. Sakındığımız merhametin eteklerine öfkeler inşaa ediliyor bir hecede, gecekondudan hallice. Fikrini biraz kırmaya yanaşmayan zihinlerce vurulup öldürülüyoruz.
Bir saniye, bir saniyedir. Ne hayatlar biter ve ne hayatlar kurtulur. Affet. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığımız her gün içimizde yetiştiğini sandığımız sağlıklı birey deliriyor biraz daha ve biraz daha. Toplumsal bir zehirlenme bu. Başkalarının doğrusunu yaşamak,asıl ıskalamak olan hayatı. Çoğunluğun istikametine doğru gidip vardığın noktaya " kader" demek bir aldatmaca. Herkes saatlerini birbirine ayarlamış sadece. Bu yüzden aynı anda hata yaparak, birbiriyle ilişkili sonuçlara " kader" diyoruz. Bu sadece saçma bir eşzamanlılık. Şuursuz bir sürü psikolojisi.
Tut ki bir gece uyuyakalmışsın, mahkum kaçıp gitmiş, aklında zincire vurduğun yerden. Affet. Azad et.
Yanlış yerde yanlış zaman
Bunlar hep aldatmaca
Bunu artık anla
Ç.
11 Mart 2015 Çarşamba
Mart'ı
Bu dünya fazla vicdanlı insanlar için yanlış yer. Doya doya acı bile çektirmiyorlar insana. Hep başkalarının " daha kötü durumlarına" bakıp iyileşmeye çalışmışız. İyileşmemiz için şartlar iyileşmemiş, biz tevekkül etmişiz. Her birimizin acısı bir basamak alttakine ışık tutmuş; karanlıkta yolumuzu böyle bulmuşuz. Bazen dünyada niye bu kadar çok insan var ve nasıl oluyor da kimse birbirini tanımıyor diye düşünürdüm. İşte bu yüzden sanırım. Bizler başkalarını iyileştiriyoruz. Hepimiz garip bir şekilde birbirimizden sorumluyuz. Doya doya acımızı çekemiyoruz öyle. O acının yarısı mutlaka " benden kötüsü yok" diyen adamın içine su serpiyor. İnsanlar arasında böyle tuhaf moleküler bağlar var işte.
Bu gece bir sebepten gözlerim yaşardı inceden. Aynı anda televizyonda bir haber: "Medyanın kullandığı iki helikopter havada çarpışmış" Hadi buyur. Ağla şimdi ağlayabilirsen. Bir gözyaşını daha böylelikle erteledik. Kısmet bir dahakine artık.
Ç.
10 Mart 2015 Salı
6 Mart 2015 Cuma
Mart
Ya haklıysa şarkılar, ya sesi kesilince de devam ederse içindeki
Acı. O zaman ne olacak? Bu acıyı bastırmak için hangi sesi kısacaksın? Kendi nefesini mi? Sana en yakın olan, ensendeki soluğu mu keseceksin?
6 Şubat 2015 Cuma
•
Bu yürek seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuku beşer
Çınçınlı hamam
Çizmeli kedi
Sanki elleriyle komuşlar gibi
İkimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim Çolak Hüseyin eli
Seni sevmesem nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne
Cumartesi
Seni sevdiğim için Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için bak Temmuz ayındayız
Ayşe Onbaşı Pir Sultan Abdal büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat'ın halleri seni sevdiğim için güzel
İbrahim'in dilleri
İnsan seni sevince tutsaklığa kızar tabii
Savaşın adı geçse cinifrit olur
Ereğli'nin kömürünü düşünür ne kömür o be
Raman'ı düşünür Çukurova'yı düşünür
Seni sevdiği için Haliç'te bir uğultu
Marmara'da bir deniz
Isparta bahçesinde güller seni sevdiğim için koncalanıyor
Seni sevdiğim için kilim dokuyorlar Avşar'da
Yarın sabahlar seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin halk şiiri canlı sinema
Mapusaneler Yedidüvel harbi İspanyol nezlesi
Sultan Hamit Don Civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi?
Başaklanmıyan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değillerse bu gidişattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi
Yeşille turuncunun kafa barıştırması bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara'nın
1953 kışları içinde
Karnı tok sırtı pekse hısım akrabanın
Konu komşu dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
İnsan seni sevince iş güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşam üzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor tütün neyime zarar
Keseme zarar ciğerlerime zarar sevdama zarar
Seni sevince adamın pabuçları eskimiyor
Beti benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Zembilinde karpuzlar hürriyetler duvaklar
Annesinin elini öpüyor ilkten
Yeğenine çukulata almış onu veriyor
Bakıyorsun- Güzin karanfil çiçeğini sever ya-
Güzinde bir demet kırmızısından almış
Sırf seni sevdiği için ya, başka neden?
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut sonra uyandır
Lokman Hekim seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim ilkbaharı kodunsa bul
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki yeryüzünde seni sevmeseydim
Hak hukuk bereket diye
Eşitlik kardeşlik hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim
Bir gece yine yağmur yağıyordu böyle
Ne de güzel susarsık seninle. Gece ayrı gündüz ayrı güzeldi hırçınlığımız
Ay dolunayı vurdu mu
Arayacak bahanesi olurdu ekleminden yamalı ellerin
Saçın yüzüne döküldüğünde yorulurdu gözlerin
Gözlerin hep hikayeli
Bazen kızardın ya neden masallardaki o prensesler gibi değilsin diye
Neden bir ömür uzatmamışım saçlarımı ve çekip almamışım seni biricik yalnızlığıma
Sen akmakta olan zamanda güzelsin en çok
Benim duvarlarıma yıllar yapışmış
Dilime bir demir tadı yapışmış
Sen acıyla da olsa kavruluyorsun yağında
Bense kupkuru ayazdan çatlatmışım fikirlerimi
Anlamayınca daha mı kolay dersin
Küsünce iyileşiyor mu yürek
Gidenin şansı bir incir fidesi gibi
Basmayınca dalına güzel mi dersin
Ne güzel düşerdik seninle
Biri düşerken diğeri tutardı
Öyle düşerdik işte
Mevsim bize öyle yazdı
Ç.
2 Şubat 2015 Pazartesi
Pim
Yürüyen merdivenlerin, yürümüyorken de yürüyormuş hissi. Çizgilerden değil tamamen algı yönetimi. Düşünsene gökyüzünde bir uçağın asılı kaldığını öylece. Kabul edemezsin, uçurmak ister gözlerin. Senin gidişin de öyle işte. O yüzden kafada gidip gidip geri gelmelerin.
Bana Masal Anlatma
Ç. 2'2'15
Eskiden
Hayat, ‘’
daha iyisini bulurum’’ sandığın yanılgıyla geçiyor. Hiçbir zaman daha iyisini
bulamazsın. Mesela terk ettiğin sevgilinden daha iyisini, ayrıldığın işinden
daha güzelini bulamazsın. Zaten insanoğlu bu kadar muhteşem sistemlerle
kurgulanmış bir yaratık da değil.
Öyle olsa,
pişmanlık diye bir kavram olmazdı. Yasası bile var.
‘’Pişmanlık
ömür boyu’’ Şarkısı da var. Yalnızlık mıydı yoksa o? Zaten ikisi de aynı şey.
Pişman olan kişi,önce hazin bir yalnızlığın içine düşer. Bu ikisi birbirini
besleyen olgular. Mamafi insan,
iddiaların, ladeslerin Tanrısıdır. Her türlü kumar melanet insanın icadıdır. Bile bile ladese tutuştuğu mevzulardan hep yenik çıkar. ''Kumarda kaybeden aşkta kazanır'' şeklinde bir iddia ortaya atar, ama aşkta da kazanamaz. Sonuç olarak kaybetme hali ince ince içine işler. Bu noktada çaresiz insan, sanata soyunur.Yazıp çizmeye başlar. Geç kalınmış entelektüellik, duygusal erozyon sonucu ortaya çıkan bir kültürlenmedir. Böylesi eserler belli bir prototipte yazılır, onları hemen tanırsınız. Potpori yapılabilirler sonra onlardan. 90'larda Coşkun Sabah'ın yaptığı tam olarak buydu. türlü çeşitli duygulara tercüman oluyordu uduyla. Ud, yalnızlıkla en kolay uyum sağlayabilen enstrüman. Udla anlatılacak duygu perdesi çok geniş.
Coşkun Sabah'ın ''İspanyola'' şarkısı vardı hatırlayanlarınız vardır. Buradaki İspanyola kimdir?
Maria ve İspanyola aynı kadın mıdır, bu dizelerde anlatılmak istenen tam olarak nedir? Bunu yıllarca kavrayamadığımdan ''İspanyola da'' bir çocukluk travması olarak kalmıştır. Bir de Coşkun Sabah'ın modern zamana yenik düşen, mutasyon geçiren o udu. Her şey bir yana o ud bir yana.
''Unutulmaya yüz tutmuş şarkılar'' diye bir kolaj yapmışlar youtube'da. Dinleyince daha iyi anladım ki şarkıların da daha iyisi gelmemiş.
Coşkun Sabah'ın ''İspanyola'' şarkısı vardı hatırlayanlarınız vardır. Buradaki İspanyola kimdir?
Maria ve İspanyola aynı kadın mıdır, bu dizelerde anlatılmak istenen tam olarak nedir? Bunu yıllarca kavrayamadığımdan ''İspanyola da'' bir çocukluk travması olarak kalmıştır. Bir de Coşkun Sabah'ın modern zamana yenik düşen, mutasyon geçiren o udu. Her şey bir yana o ud bir yana.
''Unutulmaya yüz tutmuş şarkılar'' diye bir kolaj yapmışlar youtube'da. Dinleyince daha iyi anladım ki şarkıların da daha iyisi gelmemiş.
Teşekkürler Yiğit Özgür'e
I'll see you in another life, when we are both cats.
Profesyonelce gidenler, geri kalanlarda kapasitenin üzerinde bir tecrübe bırakıyor. Tecrübelerle yüklü bir bulutta her an yağmaya muktedir kaygılar kalıyor içlerinde. İstedikleri bu değil esasen, herkes biraz aptal ama mutlu olmak istiyor. Aklın ''bir'' olan yolu her zaman mutsuzluğa çıkıyor. Kimler hemfikir ise bu yolda acı çekiyor. Bu birleşim, bir çeşit kitle imhadır.
Hiç bilmeyenler, bazı şeylerle hiç karşılaşmayanlar, bilmeyi reddedenler ya da sahiden şanslı olanlar; onlar doğum ve ölüm arasındaki eğride sabit değişkene etki etmezler. Birileri yeterince korunaklı yerlerde saflarını tutarlar. Orası soğuk ya da sıcak değildir. Orası güzel ya da çirkin de değildir. Kategori edilemez. Sadece bilinmezliğin dayanılmaz hafifliği vardır. Tanrının sureti gibi bir belirsizlik. tıpkı ona benzer, bilinmez ama tapılası bir görkemle.
Tecrübe kötüdür. Ölümden sonraki hayat muammadır ve tecrübe sadece bugünkü gündemi etkileyen bir borsadır. Sabit değişkenlere göre artan ya da azalan. Aynı hatalara tekrar düşülen, her defasında daha da acıtan darbeler indirir beyne. Tecrübe, edinilmiş fakat fayda sağlamamış ve bu hayatta gözlenmesi mümkün olmayan kontrolsüz acı çoğalımıdır. Diğer hayat için ise, henüz kimsenin yapabileceği bir şey yok.
Belki orada anlatır biri; bugünü, hangi canı kurtarmak için bir elçiye zeval ettiğini.
Ç 2'2'15
Hiç bilmeyenler, bazı şeylerle hiç karşılaşmayanlar, bilmeyi reddedenler ya da sahiden şanslı olanlar; onlar doğum ve ölüm arasındaki eğride sabit değişkene etki etmezler. Birileri yeterince korunaklı yerlerde saflarını tutarlar. Orası soğuk ya da sıcak değildir. Orası güzel ya da çirkin de değildir. Kategori edilemez. Sadece bilinmezliğin dayanılmaz hafifliği vardır. Tanrının sureti gibi bir belirsizlik. tıpkı ona benzer, bilinmez ama tapılası bir görkemle.
Tecrübe kötüdür. Ölümden sonraki hayat muammadır ve tecrübe sadece bugünkü gündemi etkileyen bir borsadır. Sabit değişkenlere göre artan ya da azalan. Aynı hatalara tekrar düşülen, her defasında daha da acıtan darbeler indirir beyne. Tecrübe, edinilmiş fakat fayda sağlamamış ve bu hayatta gözlenmesi mümkün olmayan kontrolsüz acı çoğalımıdır. Diğer hayat için ise, henüz kimsenin yapabileceği bir şey yok.
Belki orada anlatır biri; bugünü, hangi canı kurtarmak için bir elçiye zeval ettiğini.
Ç 2'2'15
24 Ocak 2015 Cumartesi
24O
Nefretle ördüğün kozadan seni, mutlu etmek üzere çıkardıklarında da yanıyor canın. Kimse bir şey yapamıyor.
18 Ocak 2015 Pazar
Opus ll
Bir el silah sesi duyuldu.
Dolmak için yıllarını vermişti içindeki nefese
Boşalması saniyeler aldı
Hatrı sayılır bir kalabalık ve utancın ardına gizlenen telaşlar sardı etrafını
Ne kadar önemsendiğinin bir önemi yoktu artık
Öldükten sonra kitapları okunacak
Hiç bilinmeyen besteleri duyulacaktı
15 dakika için meşhur olacağı zaman dilimine girmişti çığlıklar içinde
Çantasından bir telefon,sigara paketi ve Edip Cansever kitabı saçılmıştı kaldırıma
Son kaldığı yerden kıvrılmıştı sayfa
Ağıt yakanlar içinde en soğukkanlı olanı ayak ucunda duran tekefona sarıldı
Ve arama listesindeki son numaraya yeltendi
Diliyle aklı arası mesafe uzadıkça uzadı
Aradı bir cesaret
Telefonuna baktı kadın
Hiç tanımadığı bir adam vardı bu kez ucunda
Öğrendi çünkü öğretildi ölüm
Telefonu kapattı nefesi kapı duvar
Arama listesinde O'nun ismi vardı
Saat 13:58
Bir arama kaydı
Alelade bir konuşmaydı
Ekrana dokundu kadın
O'nun o ışık huzmesine hapsolduğunu düşündü
Telefon ekranında her şey yerli yerindeydi
Hayatının artık bambaşka bir yöne gideceğini söylemiyordu telefon
Yapabileceği tek şey hayatın en son bırakıldığı haliyle hatırlammasını sağlamaktı
O günden sonra her gün
Kadın telefonuna düşen günlük konuşma kayıtlarını sildi
Son arama listesindeki görüntü hep hatırlamak istediği gibi kaldı
Üzerinden geçen 2 yılın ardından o ekrana her baktığında kadın
O son konuşmayı düşündü
Alelade
Sesini son kez duyacağını hiç bilmeden yaptığı umarsız konuşmayı
Son kaldığı yerden kıvrılmıştı hayat
16 Ocak 2015 Cuma
Opus I
"Neden ben!" dedi sonra "Neden ben?"
"İki kolun ucunda iki elim var
Aynı cinayetin ihtimaliyim
Herkes kadar
Neden yalnız benim elimde kan var. "
13 Ocak 2015 Salı
Yol
Kelimeler çekecekti bütün yükü
Alıp seni yanıma koyacaktı
Kavgalı gürültülü
Parçalı bulutlu
Kırılan yerlerinden keserek ömrü
Yarayla barışık
Şiir çekecekti bütün yükü
Alıp seni benden uzağa koyacaktı
Büyüdükçe büyüyecekti özlem
Bir tahtalı kurşuna kurban gidecekti öfkeler
Öfkeler domino taşları gibi birbirini sırtından vuracaktı
Yalnızlık çekecekti bütün yükü
Önüme yutulmamış lokmalar koyacaktı
Boğulmamı izler gibi uzaktan
Aklıma nifak tohumları ekecek
Her fikri bir günaha çevirecekti
Şafak vakti biri daha eksilirken bu koğuştan
Ağzımdaki demir tadı nasır tutacaktı
Şarkılar çekecekti bütün yükü
Alıp seni aklıma koyacak
Her vuruşta intiharla sınayacaktı
Başıboş notalardan bir çığlık yaratıp
Senfoniler altında ezecekti sessizliği
Sen çekecektin bütün yükü
Gidenin işi zordu
İhtimallerin krallığında
Terkedilmiş mutluluklardan biri
diğerlerinin kellesini kesip çıkacaktı tahta
Sen göremeyecektin
Görememek üzere gidecektin aramızdan
Vakit geçtikte ağırlaşacaktı omuzlarındaki yük
Yaşlılar neden iki büklüm yürürler anlayacaktın
6 Ocak 2015 Salı
Kaydol:
Yorumlar (Atom)