17 Aralık 2014 Çarşamba

Yenik

Ve ancak yıldızlar anlatabilir özlemi, içinde o kadar "uzak", o kadar " berrak" , bir o kadar çok,göz alan bir kirlilik gözyüzünde. Ve öyle parlak bir taarruz, karşı koymak imkansız; Uzansan dokunacak gibi ama edepsiz  bu ışık yılı deliliğe. Sarsıyor kollarında yanlış kundağın postürü cümleler, ondan güdük, biraz eğri büğrüler. Yaşamaya değer diyor şarkılar. Yaşamaya değer ! Korkuların hasat zamanı, ağızdan çıkan  en kötü küfür "tutsak"..ve yağın balla yakıştığı gibi yakışmaz bir türlü, bir elmayla bir yasak. 

Ç. 

Sıra

Şarkıların da bir mezarı olmalı elbet. Kazıp da gömülecek ve toprak atılacak kadar mahkum kaderine. 

4 Aralık 2014 Perşembe

Açıkapı

İkimiz de birbirimize bildiğimiz şeyleri anlatıyor ve zaman kaybetmeyi yoğunluk sanıyorduk. Christmas müzikleri kadar açık anlatımlarla kendimizi yoruyor ve yorgunluğun derin anlamlar içerdiğini zannediyorduk.
Bildiğinden emin olduğum bir yerdeyim. Bu kez yalnız zaman kaybediyorum. Kaybederken harcadığım bir şey olmaması insiyatifim dışında bir mutluluk. Sahip olmadan kaybedilemeyeceğini anladım bir kez daha. Sanırım tam anlamıyla gitmenin bir yolu yok.
Bir günaha üzülmek için, onu hiç işlememiş olmak mı gerek acaba?
Sırtında taşıyamayacağından fazla şarkıyla yola çıkmamalı insan.


2 Aralık 2014 Salı

~

Taze kır çiçeklerinden papatya tacı. Belki de ikimiz için kimbilir. 

29 Kasım 2014 Cumartesi

Yeşil

Sen, mikroskop merceğinden hücre zarına bakar gibi bakarsın; yüzündeki her lekeyi, mimiği, dişindeki tartarı, saçındaki kepeği, gözündeki ihtimali bilirsin, kızgın demirle basarsın hafızaya gözüne inen her perdeyi. Herkes hafızanın çok iyi olduğundan bahseder yıllarca unutulmaz bu geyik.  Halbuki inanılmaz unutkansındır. Sadece onunla ilgili şeyleri unutmazsın. 

Bir başkası, duvardaki havalandırma çıkışına tıkılan gazete kağıdı gibi fütursuz buruşturup kapatır O'nunla, "alelade bir boşluğu".. Bütünü oluşturan parçaların birbirleri arasındaki uyumu için yapar bunu. Büyük resmi görür. Koca tablonun içinde değersiz bir fırça darbesidir. "Olsa da olur olmasa da"n senin boynunu vurduracak bir hikaye yazar. Kimse bilmez. 

Aşık olan ve aşık olmayan insan arasındaki fark budur. 

Ç. Kasım'14

Kül

Birçok şey için, Tanrı seni belanın kucağına bırakabilir ya da bırakmaz. Bunu tam olarak bilemezsin. Sadece yanarsın, farkındalık cehennemindir ve onu tatmak için ikinci bir hayatı beklemene gerek olmaz. 

23 Kasım 2014 Pazar

Dolaşım Sistemi

Bir gün hepiniz birine çok aşık olup " Yerine Sevemem" diye şarkılar yazacaksınız. Kalbinizdeki birkaç atardamar hızla duygular pompalayacak hücrelerinize; kanlanan her organınız ayrı sevecek onu. Kollarınız sarılacak, ayaklarınız koşacak ve konuşacak diliniz kimyasal iktidarın rejimiyle. Nabza nafile şerbetler vereceksiniz. Başını alıp gidecek akıl, kaçacak yanına. Karında uçuşan kelebekler ölümsüz...

Elleriniz tropikal bir yağışın altında olabildiğince ıslak. Vücut sıcaklığınız 39 derecelerde seyrediyor. Beyni kemirip yok eden ihtimaller üzerine yürüyeceksiniz kurşuna yürür gibi fütursuz. Ciğerlerinize çektiğiniz oksijeni tahammüller için yakacak hücreleriniz. Kulağınızdaki her çınlama bir ayine çağıracak yorgun pazarlarda çıkan günahlar gibi temiz, tertemiz. Burnunuza dolan kokular baharı hapsedecek beyninizdeki resme, nereye baksanız bir natürmort. Reflexleriniz beyinden gelen sinyalleri daha iyi okuyacak, algılar hep açık. Her sese, her harekete daha duyarlı olacaksınız. Telaşlar bir çıban gibi büyüyecek. Gitarı daha çok elinize alacak, şarkılar yazacaksınız. 

Bir gün zaman bir bıçak gibi kesecek ansızın bir atardamarı muhtelif yerden. Kan akışı yavaşlayacak. Ağır aksak ritimle ilerleyecek kareler, hareketler yavaşlayacak. Görüntü flulaşacak. Bir sis kaplayacak beynin içini. Görüş mesafesi kısalacak.  Uyuşturucu sonrası gibi, terkeden bir kimyanın soğuğunda üşüyecek, üşüyeceksiniz. 

Ve toplardamarlarınız ustalıkla, tükenen umutları, hayal kırıklarını, göz yanılsamalarını toplayacaklar ortalıktan. Acıları, enkazı kaldıracaklar. Her vakumda bir hatırayı çekip, yerine yabancı bir hücre koyacaklar. İzleri süpürecekler teker teker, yaşanmışlığı çekip çıkartacaklar aşındırdığı yerlerden. Bir kamyon kirli anıyla dayanacaklar böbreklerin kapısına. Filtre edilecek kirlenmiş fikirler, hala yaşamaya değer fırsatlardan. Temizlenecek kan, tekrar kullanılmak üzere anılardan. 

Arındığınızda , organlarınızın, bir orkestranın içindeki enstrümanlar gibi olduğunu farkedeceksiniz. Kalbinizin bir metronom olduğunu. Ritmi veren, yükselten ya da alçaltan tüm bu orkestraya hükmeden dev bir metronom olduğunu. Dildeki distortionlı vuruşların ardından, kaslardaki tellerin melodik çözülüşünü anımsayacaksınız. Kraşendolu tüm o anları. Outrosu ağdalı, acılı zamanları. 

Normal ritmine döndüğünde vücut, hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığını farkedeceksiniz. Vücut normale dönmüşken, aklın rüyalardaki savaşı başlayacak bu kez. Kontrolsüzce çoğalan bir kanser hücresi gibidir özlem. Sizi yener, sizi alt eder. Beynin içindeki oyuklara ulaşmayan kan hücreleri vardır. Oralar kanlanmaz bir daha, oralar yenilenmez. Hafıza bir felakettir, kimileri için bir hazine. 

Çünkü insan unutmaz; insan unuttuğunda ölür. 

Ç. 23'11'14

15 Kasım 2014 Cumartesi

Kamuflaj

Saçların kısa şimdi, başın üşüyordur belki de. Belki de çok daha fazla düşünüyordur saklanamayan beynin içeride. Ellerin sakallarına gidiyordur belki de, sonra onları kestiğini farkediyorsundur ve bu vesileyle daha da dokunuyorsundur kendine. Oralar soğuk. Soğuğu sevdiğini biliyorum yine de üşüdüğüne eminim. 
Sen düşündüğünde tüm buzları eritecek kadar enerji yayıyor fikirlerin , bilirim. Depresif ve karanlık yüzüyle ısınacaksın ayın. Tanımadığın insanlar var etrafında ve çocukluktan bu yana bu kadar yabancı hissetmediğini biliyorum kendini bir yere. Alışmanın ne zor olduğunu da hatta öyle uzun bir süre ki; tam alışmışken genelde kaybettiğini de. 

Zaman meçhul, zaman akışkan, durağan ve puşt. Biliyorum. Herkesin paylaştığından daha başka zaman ve biz uzaktayken aramızdaki mesafe iki kutbun arasındakinden daha fazla. İki ayrı kutupta, gayretle, neyi bastırıyoruz aramızda.
 
Duyduğunu biliyorum. Çünkü yıldızlar uzaktaki iki insanı birleştirmek için gökyüzündeler. 

Ç. 



27 Ekim 2014 Pazartesi

Zincir

Sadece can sıkıntısı üzerine kurulmuş bir imparatorluktu bizimkisi. Kendimizi mühim hissettiren vazifeler alıyor, büyük sorumlulukları takım ruhuyla bölüşüyorduk. Ünvanlar, duyguları yok ediyordu. Zincir tamamlandığında ise en zayıf halkayı aramızdan eliyorduk. Cümlelerimiz geniş kitlelere yayılıyor, çalıntı koleksiyonlarla hayatı tasarlıyorduk. Toplantılarımız da bir çeşit arenaydı. En şık giyinenimiz, en az bilenimizdi hep. En çok bilenimiz, en çok yanılanımız olmuştu. Bilgi, bir çeşit çöplüğe götürüyordu bizi. Bildiğini susmak, marifetten sayılıyordu.

Başka lisanlar kullanmak, anlatılanı çekici kılıyordu. Aslında birdi perişanlığımız ama duyguyu anlatmanın en dolaylı yolunu seçiyorduk. Ayağımıza dolanan detaylarda boğulurken, selamlaşmayı unutuyorduk bazen. Bu bir çeşit mesafe oyunuydu. Küçük görmek isteğimiz her şeye uzaktan bakıyorduk. Yaklaştıkça devleşen cisimlerin aramızda yeri yoktu.

Daha çok insan tanıyor. Cümleler arası mesafeleri kapatıyorduk. Cümleler de kısalmıştı. Meramını anlatan hızla uzaklaşıyordu aramızdan. Hafızayla da pek bir işimiz kalmamıştı. Uzun süreli belleğe atacağımız anılar biriktirmiyorduk. Geçmişe dönük yapılan yatırımların hepsi anlamsızdı artık. Gelecek kalkınma planlarımızın hiç birinde yoktu yalnızlık. Kalabalığın motivasyonuna alışmıştık. Her gün diğerinden daha renkliydi artık.

Birbirimizi anlamanın en iyi yolu, aynı hataya sürüklenmekti. İşbirliği diyorduk buna. Yardım etmenin en iyi yolu aynı çamura basmaktı. Hataya odaklanıp, niyeti unutmuştuk artık.

Ç.  10'14

20 Ekim 2014 Pazartesi

Ev

''Bana muhtaç hissetmen benim hoşuma gidiyor'' dedi. ''Eşyaların, bende kalabilir. Ben de sana muhtacım. Zorda kaldığımda, gidecek hiç bir yerim olmadığında,yanında huzurlu hissedebileceğimi bilerek yaşamak ne güzel olurdu. Lütfen sen de öyle hisset. Senin evinde benim nelerim var bilsen...''

Ç. Hüzn-ü Ekim

8 Eylül 2014 Pazartesi

Fabl

Bir hayvan annesinden yeni doğduğunda ilk önce korkuyu öğrenir; korku onu hayatta tutacak tek güçtür. Hayatı yalnız geçecektir ve güven sadece birlikte yaşamak zorunda olanlar için uydurulmuş bir oyalanıştır.Hayvan bu oyunda yalnızdır.  İnsan ise doğduğu anda güveni öğrenir.  Güven , onu hayata kenetleyecek duygudur. Çünkü insan kalabalığın içine doğar. Ayağına serilen nimetlerin içine ve mecburdur inanmaya. 

Sonra bir gün o kedi büyür. Birileri onu sever, kucak açar. Kedi korkulardan arınır. Dokunmayı öğrenir, kalabalıkta uyumayı. Şansı tanır. Diğer kedilerden farkını hisseder. Güvenirse kırılmayabileceğini farkeder. Kedi uyur, uyanır. Kedi insanlaşır. Sahiplenir, kendi yatağı olur, kendi tabağı. Birilerinin onun için endişelendiğini biliyordur artık. 

İnsan büyümüş ve korkuyu öğrenmiştir. Kalabalık dağılmış ve herkes evine gitmiştir. Sandığı gibi değildir içine düştüğü oyun. Peşine düştüğü hayat. Okşandıkça korkuyu hisseder. Sahiplenildikçe yalnızlık belirginleşir. Şanssızlığı tanır. Diğer insanlardan şanssız olduğunu farkeder. Kendi duvarları olur, onlardan bir ev yapar. Birilerinin onun için endişelendiğini görmüyordur artık.
 İnsan, hayvanlaşır. 

Ç'8'9'14

1 Eylül 2014 Pazartesi

Eylül

Mevsim terkederken güneşi kirazı
Öyle bir hüznün içine doğarsın; önünde kara ayazı
Acılı bir şarkının güftesi olmak gibi bitmeyecek bir hüzünle lanetlenirsin; Ömrün işte o satırda bir kelimeliktir. 
Bu yüzden Eylülde doğan çocuklar biraz buruk,kırık ve melankoliktir. 

Ç. Eylül'1

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sen Uyurken



Sende herkesten bir parça var. Nakış nakış.. Geçmişten gelecekten; karşıma çıkabilecek milyonlarca insanda. Genç yaşlı, kadın erkek, çoluk çocuk herkesten. Hepsi yüzünde.Küme küme birleşmiş bana bakıyorlar. Geleceğe dair bir heyecanım yok. Hepsini görüyorum yüzünde zaten. Yaşamak istediğim coşkulu bir ömür yok. Bir akarsuyun İçindeyim. Üstüme damlayan her bir su damlası hep ıslak olduğumu hatırlatıyor bana.

Yarın ve yarından sonra, tanıyacağım her kimsenin benliğinde bir yerlerde değerli şeyler olacak. Farkedeceğim ve tanıdık bir katiple yola çıkacağım. Yazacak O da işte. Erdemleri, güzellikleri, yetenekleri.. Parça parça güzel hikayeler duyacağım insanlardan. Bir buket çiçek gibi gelecek hepsi; ancak bir araya geldiklerinde taşıyacaklar beklenen anlamı. Bir kadının güzel güleceğine eminim. Bir ihtiyarın sigarayı tutuşu, bir çocuğun küsüşü, kardeşsiz yapayalnız büyüyüşü, her şeyi yalnız başına keşfederken bocalayışı, genç bir kızın kendini farketme heyecanı, genç bir  adamın kontrolsüz asabiyeti, olgun bir kadının tedbirleri, olgun bir adamın paranoyaları, birinin absürd şakaları, birinin elleri ayakları, birinin saçı tırnağı, iklimi, müzikleri, sesleri, duyuları..Herkes dilim dilim sana benzeyecek.

Sadece insanlar da değil. Dinler ve diller. Deliler ve ölüler. Denizler ve nehirler. Mevsimler.. Hepsi senden izler taşıyacak. Yağmuru yağdıran kudrete ve güneşi doğduran mucizeye karışacak adın. Depremde aklımdan yanına koşan havarileri göreceksin. Hayatta mısın sana bakacak endişelerim. Özlemlerim aklının bir deliğinden içeri sızacak izinsiz, orada bana ait bir şeyler hala var mı diye dolaşacak. Ve hep başkalarının hikayelerinde kusacak hafızam pişmanlıkları. Satıra sığmadığında zor kopacak bir hece diğerinden.

Gelecek, burada. Bugün. Bu evde. Uyuduğun bu yatakta, yastıktaki izinde. Terle bulanan bu çam sakızında yastığın. Soluğun düşüyor yastığın gözeneklerine. Bedenin vurulmuş bir at gibi yığılmış uykunun üstüne. Mıh gibi bilirim mesafeleri ayak ucundan saçının falezlerine. Nasıl ısınmış tenin. Uykunun bilmem kaçıncı evresinde. Geçmişim , bugünüm, geleceğim.. Uyuyor avuçlarımın içinde. Gelecek temiz, gelecek berrak. Duasız ve büyüsüz pürüpak.
Yaşamın geriye kalan tüm ihtimallerisin. Yine de görmeye değer mi dersin?


Ç.

26 Ağustos 2014 Salı

Şarkı

Yıllardır görmesen de bir araya geldiğinde aynı hissiyatı yakaladığın dostların vardır ya, şarkılar da öyle işte. Yıllar sonra bile aynı melodiyle irkilirsin. Aynı efekti yaratır.

Üzer şarkılar; yerin dibine sokar. Bir kaç notanın bir araya gelmesinden neler olur.. Felakatin olur. Kalıcı hasarlar alabilirsin. Bir şarkı insana bunları yapabilir mi? Yapabilir. Çünkü içinde sana neyin kötü geleceğini bilen düşmanlar vardır ve direncin kırıldığında saldırırlar.

Mutlu eder şarkılar. Tarifsiz bir mahçubiyetle. Duramazsın karşısında utanırsın. Aileni verir eline bir anda,çocukluğunu, sevgilini yanına koyar. Dokunursun, öper sarılırsın. Aynı yolda tekrar yürür, aynı biradan yudumlarsın. Aynı filme gider, aynı finalde ağlarsın. Yaşanmış tüm zamanları avcuna koyar şarkılar. İçinden geçersin her bir sesin. Soluğun ıslanır, nefesin hızlanır. Bir ilacın yarılanma ömrü gibi kanında ağır ağır.

Ç. 26'8'14

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Denge

Bana kalırsa ya derviş olacaksın ya da zengin. Hiç bir yere ait olmadan gezeceksin kabileler arasında.Vakti geldiğinde de öleceksin. Ölümü bu kadar trajik yapan: "yerleşik düzendir". Diğer türlü naaşımız, belgesellerdeki geyik ya da antilobunkinden farksız olurdu. "Ekolojik denge" denilebilirdi ölümlerimizin ardından, şimdi buna "Takdir-i ilahi" deniyor.

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Sis

Yüksekten  bıraktığın yüklerden sonra , bedeninde yaşam belirtisi kalmayabiliyor. Alışmışsın kanamana tampon vazifesi gören hüzünlere. Çekip çıkarsan kan gölüne dönecek sanki zihnin.
Sisin içinde derinin her bir gözeneğinden içeri sızacak kadar incecik yağmurlar var ve buralarda beynin düşünmekten başka bir işe yaramıyor.

Ç.

Hıdırnebi/ Akçaabat Trabzon

1 Ağustos 2014 Cuma

Ağustos

Yanında, beni kolumdan tutup havaya kaldıran iki melekle boğuşmuşum. Gün, sabah olmuş; başka bir hayatla buluşmuşum. Dünyanın döndüğünü farkedecek kadar uzaklaşmışım yeryüzünden.
Buradan, duyguların geçiş hızını bile gözlemleyebiliyorum. Bir aşkın bir kalpten çıkıp , bir başka kalbe girene kadar katettiği yolu görebiliyorum. Bir gözyaşının , gözyaşı olarak dökülmeden önce hangi hissiyatlarda demlendiğini ve büyüyüp su kütlesi olana kadar bir gözün çanağında nasıl direndiğini görüyorum. Sonra nasıl teslim olduğunu da. Bir nefretin kendini hangi hızla beslediğini görüyorum, en iyi beslenen duygunun nefret olduğuna şahitlik ediyorum uzaydan. Birbirinden farklı gibi görünen insanların, ortak duygularda buluştuklarını ve farkında olmasalar da aslında birbirlerine çok yakın olduklarını biliyorum. Uzak sandığın mesafelerin bir parmağınla kapatacağın kadar kısa olduğunu görüyorum. Telaşın, ulaşmak için verdiğin bir mücadele olduğunu ama çoğunun istediği yere hiç ulaşamayacağını önceden görüyorum. Telaş; canlı tutuyor insanı sadece..
Ve sadece uzaklaşmak merkeze. Manyetikten dışarı çıkmak. Ve bitmez sanılan yollara bakmak, zor sanılan yıllara bakmak ve uzun mesafelere.. Uzaklaştıkça mesafelerin kısaldığını farketmek. Yaptığın tek şey noktadan uzaklaşmak. Ve gördüğün her şeyin, insanoğlu tarafından zekice kurgulanmış bir kaos dinamiği olduğunu anlamak. Ancak bu trajedi ile durağan hayatı kinetik hale getirdiğini farketmek. Çoğunlukla zaman kazanmak için , hedefe giden yolları uzatan insanın gökyüzünden seyri bu işte. Kelebeğin, kanadındaki tüm ihtimalleri yavaş çekimde dünyaya savurması hayat. Gökyüzünden bize,hasarsız ulaşan tek bir ihtimal kalıyor geriye.  Aslında istediğin bu değil, sen sadece duyarsızlaşmayı öğreniyorsun.

22 Temmuz 2014 Salı

Sokak

Sevgilim;
Dışarıdaki kedi nüfusunun artmasıyla, kediler evlere sığındılar. Böyle başladı insanla dostlukları ve kediler zamanla       " yalnızlığın sembolü" oldular. Tıpkı savaştan kaçan insanlar gibi. Sokakta nüfusları her gün artan kalabalık; yalnızlığı çağrıştırıyor. 

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Manolya'ya..

Biraz günahkardık hepimiz, biraz kalleş, biraz nankör; biraz yalnızdık çünkü. Gizil öğrenmiştik güçlü olmayı ve hiç istemeden gerilmişti göğsümüz bir ok gibi hayatın üzerine. Kovanından ayrılan mermi gibi başıbozuk bir hızla ilerlerken yaralıyorduk nice anları delip geçerek kalbinden. Böyleydi ölümlerimiz hikayeli ölümler ve ardımız her daim savaş yeriydi.Parçalanıp unufak olmuş yaralı sahneler vardı geride. Şiirlerimiz yaşamımızdan sahneleri bir köprü gibi birbirine bağlıyordu; ancak kelimelerle gidiyorduk hiç tatmadığımız deneyimlere.
Bu yüzden yazıyorduk işte. Şiir , günahın keçisiydi. Günahı, o çekiyor; sütünü biz içiyorduk. 

Ç.  

Posta

Taslak maillerinin sayısı 125'i bulduğunda; hayatından, sesini hiç çıkartamadığın 125 gün silinip gitmiş demektir. 

18 Temmuz 2014 Cuma

Orada

En iyi öğrendiğim şey senin yokluğun. Tanıdık küçük kalabalıktaki suretlerin; birazı baş ucumda, birkaçı yanı başımda, birkaçı az ötemde hafif mağrur. Ama ellerimiz suyun altından tutuşmuş ve gözlerimiz her fırsatta dokunuyor birbirine. Böyle tatlı bir ayrılığın içindeyiz hep "az sonra kavuşmalar" var içinde. Işıklar söndüğünde ürkmediğim bir karanlığın içinde.Uzansam dokunacağım ezberbozan bir rehavetle. Ordasın işte. Düşlediğim köşelerde. Suretlerinden herhangi birisin. 

Ç. 7'14

17 Temmuz 2014 Perşembe

O

"Peki" dedi çocuk,  en iyi bildiği şeyi yaptı ve gitti. Yavaşta küçüldü kütlesi. Boşlukta salınan  bir atom gibi  parçalanıp unufak olana kadar yürüdü ve gözden kayboldu. 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Fesleğen



Bir gün, bir temmuz sabahıdır günlerden. Bir fesleğen kokusu camdan içeri sızar aniden.

Tanrı, kendindeki değişikliklerin farkına varman için, evreni stabil kılıyor. Güneş bir sabah beklendiği yerden doğmasa ve bir yıldız seyrü sefa ederken denizin içine düşüverse, kor demiri suya sokmuşsun gibi aniden sönüverse; belki kendimizle uğraşmayacağız bu kadar.

Mutsuz insanı düşünürdüm hep. Yer yer herkes biraz dalgalıdır ya mutsuz adam öyle değildir." Mutsuzu", "mutludan" ayıran temel fark meşguliyet sahanlığıdır. Sürekli oyalanacak bir şeyler arayan, kendiyle akılalmaz bir yarışın içinde olan, ruh halini değiştirmek için bir faaliyete ihtiyaç duyan bir de acelesi olan insandır : "mutsuz".
Trafikte acelesi vardır, hayatta acelesi vardır. " Acelelik", ona , kendini önemli hissettiren bir araçtır. Hayatın her alanına telaşı koyar ki , "kaybedecek zamanının olmayışı temasıyla" , hayat çekici görünsün. Hep yetişeceği bir yer varmış gibi koşması, durup bir an bile kendiyle yüzleşecek cesareti olmayışındandır. Sukunet, pusudaki düşman gibi ne vakit ateş açağı belli olmayan bir tehdittir onun için. Sessizlikten kaçar, meydanlara sığınır mutsuzlar.

Hissiyatsız insandır mutsuz. Hani vücudunda sinirlerin öldüğü  bir yerine dokunduğunda ,kumaşın üstünden dokunur gibi hissedersin ya tenine. İşte ona benzer; mutsuzun hayata dokunduğunda hissettiği. Bütün hissiyatları , hissiz bir deriye dokunduğundaki gibi uyuşuk yaşar.

Hep bir şeylere bağlıdır mutluluğu, bir kıpırtı olmadan, kendiliğinden mutluluğun nasıl bir şey olduğunu bilmez hiç. " Seratonin" , vesilelerin hormonudur. Mutsuzun,vücudunda bu hormonu salgılatan simyacıyla arası hep açıktır.

Eskide yaşar mutsuz insan. Bir dakika öncesi bile " geçmiş zamanın kipiyle" çekimlenebilir cümlelerinde. Bir dakika öncesi ve bir dakika sonrası arasında uçurumlar vardır. Her şey kendiliğinden eskir içinde. Hemen hemen onu duygulandıran tek şey mazidir. Güzel olan her şeyi biraz mazileştirir mutsuz insan. Mazi mabedidir onun. Kavgasında namluyu, kendinden çekip, zamana doğrultmak için yapar bunu. Talihsizliklerin hedefi zamandır hep: " yanlış zamandır", " yalnız zamandır".  Çocukluğundan herhangi bir hatıra onu haddinden fazla duygulandırır. Ordan çıkıp gelen bir şarkı, bir şehir, bir fener, onu derinden sarsar. Bu, o günden bu yana hayatında onu daha fazla etkileyen bir şeyin olmamasından kaynaklanır. En son mutlu olduğu zaman ; çocukluğudur çünkü. Eski fotoğraflara bakamaz hiç çünkü her şeyi hatırlar. Üstündeki elbiseyi hatırlar, arkada çalan şarkıyı hatırlar. Zihninde ona yaşamı boyunca kullanması için verilmiş hafıza tünelinin hepsini çocukluk anıları doldurur bu yüzden her anı ayrıntılarıyla hatırlar hep.Çocukken  ne kadar mutlu olduğunu düşünür. Büyümenin hiç de iyi bir şey olmadığından bahseder. Yeni yıllar, yeni güzellikler vermemiştir ona.

Gerçek tek bir acıyla yüzleşmek yerine, simülatif yüzlerce acıyla aşınır ve aslında canı daha çok yanar.

Mutluluğu sevmez mutsuz insan. Korkar mutluluktan. Çünkü içinde bir korkakla yaşar. Tam olarak hiç sahip olunmamış bir şeye nasıl sahip çıkacağını bilmez. Onu kumanda etmeyi bilmez. İlk kez yoğun bir mutlulukla karşılaştığında bocalar, ne yapacağını bilmez. Kaçar ondan. Bu anın çocukluğundan bir yerden kaçıp buralara geldiğine inanır. " Olamaz" diye düşünür. Saklanır, kalbi çok hızlı atar. Bu kaygı yerleşmiştir artık. Mutludur ! Mutsuz adam, mutlu olmaya başlamıştır. Uyuşma hali gitmiş,her sahneyi dolu dolu yaşamaya başlamıştır. Bir kumaşın altından dokunmuyordur derisine, o el, temasıyla, iliklerine kadar işliyordur artık. Uyanmıştır yüzyıllık uykusundan. Yeni şarkılar kazıyordur zihnine, yeni filmler ve " yeni hatıralar " için giriş izni istiyordur belleğinden. Her anın tadı başka olmaya başlamıştır. Renkler olduğundan daha parlak, notalar olduğundan daha opak, sahneler bir filmdekinden daha dokunaklı ve Aşk, sandığından daha saltanatlı hale gelmiştir. Artık geri dönüş yoktur. İçindeki bu kaygıyla yaşamak zorundadır. Korkular ve kaygılar birbirine dolanıp bir kilim örmüştür ayağının altına. Sahip olmanın dayanılmaz iktidarını taşır sırtında. Keşke ne yapacağını bilse ama bilemez işte. Çünkü artık yepyeni bir duyguyla daha tanışmıştır: "kaybetme korkusuyla". Hayatında hiç kaybetmemiş insanlara bakınız; Onlar hiç sahip olmamışlardır aslında. Mutsuz insanın, mutluluk üzerindeki hükümdarlığı önce kendi kellesini vurmasıyla son bulur.

Bir gün, bir temmuz sabahıdır günlerden. Bir fesleğen kokusu camdan içeri sızar aniden. Gözlerini kapatıp, zihninden onu gitmek istediği yere götürmesini ister. Beraber bir yolculuğa çıkarlar ve gözlerini tekrar açtığında kendini geçen sene bugünde bulur. Tam bir yıl öncesinde. Bir fesleğen görür, saçlarına dokunur. Saçlarının rüzgarı aşındıran keskin kokusunu içine çeker. O kokuya karışmış , inanılmaz detayları, toprağına gömülü sayısız ihtimalleri hatırlar. Sonra durur ve en iyi bildiği şeyi yapar. Cümlesini geçmiş zamanın kipine yaslar :
"O gün,14 Temmuzmuş" der.

Ç.

10 Temmuz 2014 Perşembe

.

Söz konusu "kişisel tarihin olduğunda"  en acı veren şey " Tarihte Bugün" sloganıyla geçen seneye bakmaktır. 

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kiraz

Hiç izlememişti o filmi. Duymamıştı da. Bu şarkıyı da bilmiyordu, o yollardan geçmemişti hiç. " Yola çıkmak" aceleden başka bir şey değildi onun için. Angaryaydı yaşamın kenarlarındaki oyalar.
Atmosferden habersizdi; bizler boşluğu dolduran diğer nesneler gibiydik ve ancak bir mekana diğer nesnelerle ahenk içinde sığdığımızda bir anlam ifade ediyorduk. Bizi, diğer canlılardan ayıran temel bir sebep yoktu,  sadece tesadüfen insandık işte. Tevekkül ediyordu yaşama. Kanaatkarlığı, alçakgönüllülüğünden değil, sorgulamayışındandı. Felsefe; Tanrıya bir başkaldırış, sukuneti bozan hemen her şey bir isyandı. Barışın sadece   Savaşın içinde olduğunu düşünüyordu. Tüm canlıların, insana hizmet etmek için yeryüzüne gelmiş birer asker olduğunu savunuyordu. Kimseye sürtünmedikçe bir kıvılcım çıkacağına inanmıyor ; yalnızlığın Tanrıya mahsus olduğunu düşünüyordu. Bizler ancak birer domino taşı gibi birbirimize yaslanarak harekete geçebiliyorduk. Sigara yakıyordu; herkes yaktığı için yakar gibi bir hali vardı. Komik cümleler kuruyor ve etrafındaki insanları güldürüyordu besbelli. Paranın iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Çok konuşuyordu, kendinden bahsetmeyi seviyordu. Dinlenmediği konusunda bir fikri de yoktu. Herkes gibi anlatmak için azami derecede kaygı taşıyor ; anlatmanın sadece kişisel cevherleri fatkettirmek için bir araç olduğunu sanıyordu. Konuşmak, anlatmaktı; paylaşmak değil. Susmak, uzaklaşmaktı sonra; susmanın kadife dilinden habersizdi. Hızlı hızlı yemek yiyor, doymak istiyordu belli ki. Hemen her hazza doymak ve yarın ölecekmişçesine hazmetmek çarçabuk doygunlukları. Ertelemenin plansızların işi olduğunu düşünüyordu ve " başka baharlar" başıboşların müşkülüydü. Sahip olamamanın tek nedeni ; yetersizliklerdi. İmkansızlığı tanımıyordu hiç. "İmkansızlık sınırları zorladığında yüzleştiğin bir kör kuyuydu; sınırları zorlamamıştı hiç. Gülüşü çirkindi. Dudakları sözlerine hizmet ediyor gibiydi. Beyni ondan konuşmasını istediğinde konuşuyor, gülmesini istediğinde gülüyordu. Yüzünde bir harita vardı, yolları, ovaları kolayca bulabildiğin bir harita; kaybolman olanaksızdı. Orada ailesi vardı, dostları, ufak hayalleri.. Her cepheden görünüyordu her biri. Kuytuları yoktu lakin, korkuları da. Korktuğu şeyleri kovar gibiydi hayatından zaten fiyakalı bir korku da yaşamamıştı sanki. Benzemiyordu Ona hiç. Gözleri en çok benzemiyordu ve parmakları. Mercekle bakıldığında dokusu da. Benzemiyordu kimse, anlamıştı. Herkes, biraz herkese benzerdi. Herkeste bir miktar herkesten vardı. Ondan kimsede yoktu, anlamıştı. 
Dallarından bir taze kiraz koparmak istemişti ve öyle kırmızı. Eliyle kavradığıysa bir tuhaf sızı. Avuçlarını açtı, kiraz değil kandı damlayan.Bir sorun vardı anlamıştı. 
Ya kiraz değildi ya henüz Yaz. 

Ç. 

6 Temmuz 2014 Pazar

Delphie

Zamanın, senin için hazırlanmış; ve ancak doğru kabloyu kestiğinde hayatta kalacağın bir bomba düzeneğini olduğunu anlamak.


30 Haziran 2014 Pazartesi

29 Haziran 2014 Pazar

Mum

" Bu beni son görüşün" dedi.

 " Kirpiklerimi kırpıştırdığımı, gözyaşımın yüzümün platolarında aldığı yolu, dudaklarımın bir kelebeğin kanadı gibi titrediğini ve yüzümdeki kaslara hakimiyetsizliğimi...Bu, rüzgarın oyunuyla burnuma son doluşu kokunun, saç telinin eteğime son düşüşü; boş bir şişenin vurduğu gibi kıyılara, parmaklarıma sinen son öfke bu; pençelerimdeki son vazgeçiş, kollarımdaki son derman gitmeyesin diye şiirli, dizlerimdeki son kuvvet biri gazda diğeri frendeki; bu, vücudumun son meyledişi dönüş yollarına göç yolundaki göçebe kuşlar gibi güneye ezberli, dilimdeki minörlü son şarkı; kısıklı sesle bir zafer marşı, aklımın son dört mevsimi; güneşi, yağmuru, rüzgarı, uğultusu...Tanrıya son küsüşüm bu ; cenneti cehennemi bir lokmada yutuşum,
Üstüme sinen son kokun birazı parmaklarımda, birazı aklımda; son kurşun o yaşam kırıntısına sıktığım, yüzündeki kıvrımları son izleyişim bu, ellerinin heyecanla dansını son seyredişim, dudaklarının bittiği ufuk çizgisine son bakışım ve yüzünden kalkan son vapur; el salladığım..."

Ç. 

26 Haziran 2014 Perşembe

Star Dust

Tanrının gözyaşlarını yağmura yakıştırmak; denizlerin nemlenip, ısınan havanın yükselip ordan bulut olup ordan damla damla yeryüzüne yağma fikrinden daha mantıklı aslında. Öküzün boynuzları üzerinde olduğumuza inanarak devam etseydik keşke. Depremin daha kabul edilebilir bir açıklaması olurdu. " Öküz işte" derdik. "Sağı solu belli olmuyor". Derme çatma bir iskelenin üstünde her an yıkılmaya meyilli bir panikle büyük hesaplar yapma fikrinden daha acaip olmazdı..Çekim kuvvetinden, kutuplardaki yüksek basınçtan ve güneş sisteminden daha basit olurdu anlaşılması; Dünya öyle güdük kalsaydı.. 

Peki ya ışık hızı.. Saatte üç yüz bin kilometre hızı insan beyninin almayıp ama yine insan beyninin keşfetmesi ne tuhaf. Işık yılı var bir de. Bazen bir odadan diğerine gitmeye üşeniyorum saatte 1 km hızla. Düşün ki; bir yıl boyunca 300 bin km hızla gideceğim. Bunun gibi milyar sene daha yapıp da bir yıldıza varacağım. 
Ve vardığımda o yıldız ordan çoktan gitmiş olacak..Bunu hangi bilim açıklayabilir ki..

Güneş.. Dokunduğu yer ayrı güzel, dokunmadığı yer ayrı. Mevsimleri onun yarattığına inanmak kolay sonra.. Dört mevsimi.. Bir yılda uzun uzun vararak tadına..Yahut bir günde dört mevsimi yaşadığın günler olur. Güneşin illüzyonları hep. Savaşı bulutların kazanması; üstüne kurşunu yağdıran şey.. Adına yağmur dedikleri.Ne güzel resimdir. Yoldaki hikayeler..Tamamlayıcı öğelerle beraber. Resimde aniden büyük bir cisim çarpar gözüne sonra birden yok olur. Güneşe bakarsın yerinde, yıldızlar olması gereken yerde, Ay da öyle.. Peki eksik olan ne? Gözünü kamaştıran sonra yok olan.. Yerinde bir parıltı bırakan..Yıldız tozu. 
Ne yöne gittiğini bilmezsin. Korkarsın önce; sonra bilime inanırsın herkes gibi. Sandığından milyon yıl önce oradan gittiğini öğrendiğinde hayatı sorgularsın. Gerçek sandığın görüntülerin kaçı doğru, kaçı sanrı. Göz kamaştıran parlaklığın ardındaki el çabukluğu marifeti; tiyatroda ışıklar kapandığında dekorun birden değişmesi gibi.. Işıklar tekrar yandığında her şey bambaşka olur. Evrendeki de buna benzer bir yanılsama işte. 
Yolculuğa çıkıyorsun. Varmak üzeresin.Sonra biri çıkıp diyor ki " Burdan öte yol yok". 

Bilime inanmak gerek belki de. Mesela birini çok özlediğinde, milyon yıl önce sandığın yerden çoktan kaymış  bir yıldız olduğunu düşün.. Baktığın yer aydınlıktır ama ışıl ışıldır. İnanmak istemezsin buna. Mesafe diye bir şey uydurmuşlar buna da. Öyle uzak öyle uzaksın ki beş milyar ışık yılı kadar. Özlemin o karşıdaki ışığa ulaşmadan bir su buharına dönüşüp yok oluyor boşlukta. 
Evrene neden sonsuz diyorlar. Cevabı hiç verilmemiş hayal kırıkları içine sığsın diye. İçine sinsin diye*

Ç. 

23 Haziran 2014 Pazartesi

*

Bi kere daha nefret edersen kendinden; ağzındaki demir tadının doyumuna ulaşıp kapatırsın geceyi. Işıkları söndürmek belki göğsündeki sancıyı hafifletir. 

Ç. 

22 Haziran 2014 Pazar

Masal

Bazen arayıp bulamazsın kayıp parçayı. Kendiliğinden çıkar karşına. Şarkıdan, şiirden bir masaldan çıkar. Halının altına süpürülmüş hikayelerden çıkar. 
Sahi halılar uçmaz da aslında. 
Masaldayken inanırsın buna ama. Masaldayken her şeye inanırsın. Lambanın sihrine, prensin öpücüğüne, aynanın büyüsüne. Kapılmak ne güzeldir..
Sanırım asıl sorun ;masalla karşılaşacak gücün olmadan halının uçtuğuna inanmak. Masalı güzel kılan; sonuyla yüzleşmeden uyuyakalmak..

Ağlayankaya/ 22'6'14 

16 Haziran 2014 Pazartesi

"

Konuşmak insana en haz veren duygu şüphesiz; çünkü cümleler her insanın kendi imparatorluğu.

Ç. 

12 Haziran 2014 Perşembe

Havin

Yazın en tuhaf yanı; homojen ilişkileri herhalde. Açık camdan içeri neler girer.. Adım sesleri, top sesleri, çocuk çığlıkları, kepenk sesleri, kahkahalar.. Herkes birbirinin misafiridir biraz yaz akşamları. Bazen saatlerce karşı komşun adeta senin evindedir.. Seslerimiz, hüznümüz, coşkumuz birbirine karışır. Sokağın mesaisi uzun sürer..

Böyle akşamlarda bir de aniden televizyonda sevdiğin bir şarkı çıkar, açarsın sesini. Mahallenle paylaşmalısındır. Az sonra Hakan Taşıyan ile cevap gelebilir bitişik apartmandan. Yazdır neticede, yadırgamazsın. Bu çok seslilik, bu armoni yazın bel kemiğidir. 

Bir de gündüzün ışığı yetmezmiş gibi geceleri de perdeler kapanmaz olur. "Kim hangi diziyi izliyor?" , "Fahriye Abla bu gece de aynı pijamasını mı giymiş?" bilirsin. Perdenin tek işlevi meltemle salınmaktır..

Vefasız dostların gelir kabile halinde; sivrisinekler. Dünya Kupası coşkusu başlar sonra. Dünya Kupasının bol vurmalı çalgılı müzikleri.. Hep birbirinin aynısı manzaralar. Dilinde tükenmek bilmeyen bir dondurma tadı.. Ay bile daha büyük, daha parlak..

Yazıyorsan, daha bir yazarsın yazın. Güzel yazdırır Yaz. Cümlelerin nemlenir yükselir yağar sanki damla damla. Süzülerek. Aşıksan sonra, terle özlemle sevgilini kucaklarsın. Nasıl bir mutluluktur o..

Pencereler sigara içen mahalle sakinleriyle, balkonlar gece yarısı kesilen kavun kokularıyla dolup taşar. İnsanlar günü bir türlü kapatmak istemez. " Yazın günler  uzar" deyip de " Gündüzler uzar" diyememenin sebebi budur işte. Günleri uzatınca hayatı uzattığını sanar insan.
Hep yaz olsa ölümsüz mü oluruz acaba..

Yazın doğmanın tadı başkadır bu yüzden. 40 derece sıcağın içine doğmanın keyfi ayrıdır. Ben sonbahar çocuğuyum, o yüzden nereye gitsem bu melankoli peşimden gelir. Fakat yazın doğup da mutsuz olanı anlamam.. İnsan kirazın, eriğin içine doğar da mutsuz olur mu..

Sevgili Haziran;

Bana nice sevinçler, uykular, ılık rüzgarlar verdin. Ben seni hep sevdim. Yıllar sonra bana yine bir Tebessümle , bir Güneyle geldin.
İyi ki varsın Havin,, 
Senin tenin ipekten
Öfken bile narin*

Haziran'14 
Ç. 

10 Haziran 2014 Salı

Pole

Bir filmde ölmek güzel olurdu. 
Ölümün tadına baktıktan sonra hayata devam edersin. 
Belki ölüm daha tatlı gelir, geri dönmezsin kimbilir.
Gitmek, buna en yakın duygu.
Uzaklaşırsın, görüntün flulaşır. Sonra koşarak yeniden kadraja girebilirsin ve belki de uzak iyi gelir dönmezsin.

Bu, hayatın içindeki en tuhaf çelişki. 

Ölüm ölen içindir ve gitmek giden için. 
Kalan ve gidenin hikayesi asla bir olmaz. Yolda gördüklerini birbirine anlatamazlar. 
Kalan ve giden, penguen ve kutup ayısına benzer; karşılaşmaları bu dünyada olanaksızdır*

Ç. 
June'14

8 Haziran 2014 Pazar

Absolute Pitch

Şaşırmaya değer bütün hayal kırıklıkları elinden alındığında ayarsız sukunet başlıyor. Hala bir senfoninin parçası hissedebilirsin kendini, ordaki en değersiz nota gibi lakin. Çıkarsan eksikliğin hissedilmeyecek kadar dahilsin bütüne. 

Ya da kitap dükkanlarında en dip köşe standlara yerleştirilmiş romanlar gibisin. Anlatacak çok şeyin var sayfalarında öyle yanlış sergilenmişsin ki lakin, cildindeki pürüzsüzlüğün kimse farkında değil. 

Ç. 
Kuzey'14

6 Haziran 2014 Cuma

G

Sevgili Tanrım;
Bir gün günahlarımı ifşa edeceksin insanlara ve onlar, neyin uğrunda bedel ödediğimi anlayarak beni takdir edecek ya da  taşlayacaklar. 

Concerto Opus 6 G Minor
Ç. 

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İnsan & Kargaşa

Bu hayatta iyi bildiğim belki de tek şey: Kargaşanın , insanın oyalanması için Tanrı tarafından, yeryüzüne fırlatılmış bir oyuncak olduğudur. 

Tanrılar Çıldırmış Olmalı'da kullanılan " Coco Cola" şişe metaforu kargaşanın ta kendisidir. Yerliler, bu şişenin Tanrı tarafından gönderildiğine inanırlar; bu doğrudur aslında.  Kavgasını verdiğimiz şey bir "şişe'den" ibaret. Hayat da gökyüzünden yeryüzüne fırlatılmış bir oyuncağın savaşına çok kaptırdığımız bir oyun.  

Oyunlarda karakterlerin en az üç canı olur. İnsan için bu sayı sadece bir. Onu da kaybetmemek için  birilerinin koyduğu kurallara sadık kalmaya mecbur oluyoruz. Bazılarının ardından " pisi pisine öldü" diyoruz. Kolay ölümü çağrıştırıyor bazı sonlar. Başka nasıl ölebilirdi ki?Sonuçta bu bir oyun. 

Gaz fişeğiyle ölmek, karbonmonoksit gazıyla ölmek, ibadethanede ölmek, dayakla ölmek gibi durumlar, normal hayatın içinde rastlanması mümkün olmayan şeyler. Son bir yıldır ülke sokakları World of Tanks gibi savaş oyunlarının grafiklerini andırıyor. Olağan patlamalar, kanıksanmış çatışmalar ve bir de doğal karşılanan ucuz ölümler var. Bu atmosferin, üçüncü sınıf bir savaş oyunundan ne farkı var..?

İnsanlar, oyun karakterleri gibi saçmasapan ölüyorlar ve bir monitörün ardından izliyor; ölene üzülmek yerine savaşa devam ediyoruz zafer aşkıyla.
 Bu , oyun değil de ne?


Kişisel gelişim ve mutlu hayatın sırları üzerine yazılan makalelerdeki hayat bu mu sahiden? Bu yazarların ivedilikle ctrl+shift+c gibi hamle kodlarının tüyolarını vermeleri toplum için daha faydalı bir yönerge olur. Hiç değilse insanlar, hayatta kalabilirler. 

Medya ve teknoloji ise; savaşın sürekliliğini sağlayan rezervleri bünyesinde barındırır. Savaşın seyrine göre bu kaynaklar yer ve yön değiştirebilir. Medyanın ittifakı daima güçlüden yanadır.
Kitle iletişim için, en önemli silah olarak :"insanın istediğine inanması gerçeğini" kullanır. Kolay ve ucuz bir yöntemdir. 
Aslına bakılırsa, Günümüz Türkiye'sinde ,ayağımıza kadar gelen savaş hizmetleriyle,artık herkes bir savaş muhabiri " sosyal medya yazarları bile"..

Asimov'un çok sevdiğim bir romanı vardır: "I Robot". Romandan uyarlanarak filmi de çekilmişti. Sonunda, kendi yarattıkları robotlar, insanları himayelerine alırlar ve artık yeryüzünün egemen gücü belirsizdir.Robotlar ve insanlar arasında bir savaş başlar ; lakin bu savaşın galibi olmayacaktır. Asimov bu romanı yazdığında televizyon bilinmiyordu, bilgisayar ve internet ise yoktu. Görünüşe bakılırsa oyun vardı. Sadece hayatla birleşmek için teknolojiyi bekliyordu. 





15 Mayıs 2014 Perşembe

Dinozorus

Dinozorlar bu gezegeni bizden daha iyi yönetirlerdi.Tanrı son tasarımı olan insanı yaratmakla ne büyük bir hata yaptığını anlamıştır umarım.

Dinozorlar belki bizlerden daha barbarca savaşacaklardı ama bu Tanrının ilk tasarımıydı ve amatörceydi. Onlara iletişim yetisi bahşetmemişti. Tek amaçları vardı: İçgüdüleriyle hayatta kalmak; bunun için savaşmaya mecburlardı!

Bu çağdan tam yüz elli milyon yıl sonra son tasarımı olan insanda olağanüstü özellikleri bir arada bulunduran Tanrı, bu yeni makinanın doğaya evrim öncesi tüm canlılar gibi ayak uyduracağını düşündü ama önemli bir ayrıntıyı atlamıştı: " Kendinden daha güçlü bir makina yarattığını"

Bu yeni canlı türü önceki canlıların aksine doğayı kendisine uydurmaya çalışacak,içgüdü kavramı yok olacak yerini "refleks" denilen yepyeni bir kavram alacaktı. Artık yeni reflexin koşulu: " savaş" olacaktı. Modern çağdaki hayatta kalma içgüdüsünün adı " savaş" tır. 


Aslında, insana bahşedilen iletişim yetenekleri olan:        " anlama, dinleme, kavrama" yetilerinin her biri gezegende yeterli altyapı olmadığı için verimsiz kaldı. Evrende iletişim sanayiinin olmayışı bu yeni sistemin otomasyona girmesine engel oldu. İletişim, endüstriyelleşmeden teknoloji çöplüğüne atıldı bir çok buluş gibi. 


Hiç kullanılmayan bir cevher olarak " iletişim" son tasarım harikası olan bizi, ilk amatör tasarım olan dinazordan ayırmaya yetmedi. 


Konuşabilme şansları varken, düşünüyorum da dinozorlar, savaşı seçmezlerdi. Uzlaşırlardı mesela. İnsanlar ise konuşabildikleri halde tarihler boyunca savaştılar. Savaştan bir sanat yaptık!



Tanrı insanı yarattığı gün, onu iletişimle lanetlemişti. 



"Blessed are the forgetful: for they get the better even of their blunders."


Ç. May'14  3:45

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Kömür

Bildiğin gün, bittiğin gündü. 
Vakti uzatman yangını büyüttü. 
Ve her kim yaşamın tadına varamadan ölürse ardında kalanlar da varmış olmayacak.
Ölüm, ölen farkına varmadan, birilerince ona yakıştırılmamış olacak.  
Hep daha uzun daha güzel ömürler biçilecek gidene cümlelerde. 
En güzel hayatlar tasarlanacak bu gidişin ardından. 
Ölüm, basit , sıradan ve olağan rastlantıların bileşkesi olacak
Doğumdan farksız; bilinçsiz. 
Hissiz. 
Nereye geldiğini bilmediğin bir yabancı atmosfer. 
Ürkütücü, karanlık ya da fazla aydınlık. 
Dualar, temenniler, törenler...
Her şey aynı. 
Bir alamet, savunmasız. 

Gittiğin yerler nasıldır bilmem
Bir adalet var mı sahiden
Kimlerle tesadüf edip günah kardeşi olacağım
Kaç hatrın suyunu içeceğim kutsanmış bir  çeşmeden
Anlat, nasıl oralar..
Bir mektup yazsan kaç günde ulaşır elime?
Doyamadın mı her gün lanet ettiğin yaşama?
Ya da karanlığa aşina mısın nasılsa
Ölüm yabancısı olduğun şey değil mi yoksa?
Yerin yedi kat dibi, bir nevi cehennem mi?
Her gün cehennemi tadıyormuşsun oysa
Zaten hep biraz ölüymüşsün..
Ölmeden evvel sorulmamış sana, karanlıkla alacakaranlık arasındaki fark
Senin için günışığı bir felaketti belki de
Günışığı bir davetsiz misafir gibi
Yapay oksijen,seni bir tüpün içinde esir alan engizisyon takviyesi
Her şey güzel
Her şey işlenmiş aslında
Bir maden gibi işlenmiş
Bir kusuruna bakar
Sen de bir kusur işlesen
Kusursuz olur o zaman
O zaman ölürsün
Biz ağlarız
Sen ölürsün
Her ölü gibi ölürsün
Biz de diri gibi ağlarız ardından
Ağlar sonra unuturuz
Yaşam ölüm kadar masum değil
Sadece giden gider
Sadece giden bilir
Bildiği gün, bittiği gündür
Ölüm, ölen için hayatta bir daha tekrarı olmayan bişeydir. 

Ç. 
May'14


13 Mayıs 2014 Salı

Pi

Senin için saat sadece gece 1 olur. Benim içinse gece yarısı. Uyumadıysan henüz nasıl ayılacağına hayıflanırsın; ben nasıl uyunacağımın telaşındayım. Kanla, gözyaşıyla, terle. Nasıl? Sen uyurken, gün benim için yeni başlar Oysa. Şehrin yarısıyla beraber uyursun alırken bilmeden bu karanlığı gözlerimden. Geri kalanlar zebanidir, ben gibi ölsen ölünmez..Benim için aydınlıktır gece. Fosforlu, apak bir neşeden yumak. Yatsan yatılmaz.
Ayı, geceye dolamış da gitmiş güneş. Yalnız etmişiz bir sabahı da. Sorsan sorulmaz..



12 Mayıs 2014 Pazartesi

Geçmiş zamanın hikayesi

Küçükken en sevdiğin şey olan kaniş köpeğin, sadece çalışan bir anne babanın yalnız çocuğu olduğundan sana yarenlik etmesi için eve alındığını öğrendiğin andır büyüdüğün an. 

Komşu Teyzelerin sürekli " Karnın aç mı?", " Var mı ihtiyacın?" diye yoklamalarının sebebi aynı yalnızlıkmış meğer. Çok sonra anlıyorsun. 

Elini tutup, annenden babandan başka bir insanı da sevebileceğini kanıtlayan Abla, o yalnızlığının bezırgan başıymış. 

Seni, sen olarak sevdiğini sandığın insanların, görev icabı hayatında bulunduğunu ve vadesini tamamladığında " uzaklara gittiği ama seni yıldızlardan daima izliyor olacağı" masalıyla avutulduğunu farkettiğinde çıkıyormuşsun çocukluktan.

Kimse sormadan sana bahşettikleri yalnızlık makamını taşımanın türlü çeşitli yollarını ararken, karambolde büyüdüğünde "bu hüznün nereden geldiğini anlayamazken" hatırlatan vesilelerle yüzleştiğin Sıratmış büyümek. 

Fotoğraflarda arkadaşlarının isimlerini hatırlamakta zorlandığın anların sayısı arttıkça bir adım daha uzaklaşıyormuşsun çocukluktan, hoyratlıktan. 

Su içerken Sebil çeşmelere ağzını dayayıp üstünü başını ıslattığın o serinlik var ya, dondurmadan sonra dişlerini kamaştıran;
Pazarda su sattığın yıllarda ticaretle tanıştığın, leblebi tozuyla başka dünyaları keşfettiğin, kasetlerde kendi aranjmanını yaptığın o özgürlüğün elinden alındığında büyüyormuşsun dostum. 

Kendini, cümle içindeki fiilleri geçmiş zamanın hikayesi ile çekimlerken bulduğunda. 



Ç. 
Yol may'14

11 Mayıs 2014 Pazar

Gökyokuş

Aylardan Mayıs

Göklerden mavi

İçimden beyaz

Bir fikir akıyor

Ay da kendi telaşında

Günler sonra bir ılık gece

Teşekkürler Tanrım sana

Çimler sıcak, çimler ıslak; hava nemli hava ıslak. Ayaklarım çıplak, toprak ıslak.
Yıldızlar net, yıldızlar berrak. Nefesimi duyabildiğim sessizlikte, nefesim ıslak. 
Burnuma doluyor ıslak yeşil kokusu, sarhoşluk bu. 
Kendimi seni ararken buluyorum. Telaş içinde, ıpıslak. Hep aynı aceleye meyilli.  Pazardan kalma organik hüzünlerle. 
Sindirimi rahat. 

Ne güzelsin be gece. Ne güzel şeysin. 
Yıldızın ayrı alem, Ay'ın ayrı. 
Şiirin sonra. Dilimin ucundaki sevdan
Bilmiyorsun. 
Özledim, yeter mi karanlığın örtmeye?
Ç.

Rumeli may'14  0:45

10 Mayıs 2014 Cumartesi

9 Mayıs 2014 Cuma

Uyan sevgilim yağmur yağıyor


Düşen her yağmur damlası bir kurşun gibidir. Onu ölümcül yapmayan şey; namluyla aramızda olan mesafedir.   

Gökten yere hükmedebilseydi, bulut  da bir Tanrı olmaz mıydı. 

Savaş yeri gibi kafamın içi. 
Daha kaç kurşun gerek bilmiyorum ölmek  için. 

Deniz may'14   1:30

8 Mayıs 2014 Perşembe

giderken

Zaman öğretti,acı ve hakikat içinde geri dönülmez bir takvim çizdiğini ve bu akışın yalnızca dört mevsimini göstererek seni avuttuğunu. İçinde o kadar deprem o kadar kayıp var ki, sen mevsimlerle oyalanırken bu kayıpların çoğunu farketmezsin. 

Rumeli may'14   3.40

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Picture

Eğer biri bile sorsaydı bu neon ışıklarının gölgesinde ne yapıyorsun diye. Bilmiyorum ki yazılanı oynuyorum derdim. Yaşın kaç deseler. 19 derdim. Vay bee 19 hee. Yaşamak için fazla gençsin derdi herhalde. Öğrenmen gereken iyi desen çizmek kadar, senden önce çizilen büyük bir resmin olduğunu bilmek. Eğer kağıda hayatına yön verecek darbeleri vuruyorsan bunu unutmaman gerek. Büyük resim küçük resmi yutacaktı. Boğulurken celladın bile hayran kalacaktı can çekişine. 

Bjk may'14

.

Şunu demelisin kendine. Herkes doğrunun peşinde. Ortada bir doğru var. Orijinin etrafında dönüyorsun. Ne kadar çırpınsan da mükemmel olamıyorsun. Doğru olamıyorsun. Dürüstlük, doğruluk değil biliyorsun artık.  Çok dürüsttün arkadaş. Yine de doğru değilsin. Yine de mutlu değilsin. İhtiyacın olan olduğunda yine de mutlu değilsin. Mutluluk, mutsuz olmamak değil, biliyorsun çünkü artık. 
İstediğinin ne olduğunu biliyorsun. 
Ama bu değil. Olanla yetinmek mutluluk değil. Şimdi doğrusun. İçin rahat, kafan güzel, için kurum dolu, için zift. 
Ama Gülümsüyorsun. 
Al sana doğru. 

3 Mayıs 2014 Cumartesi

وقت

Seyr-i sevdanın bahçesinden bir sitare kopardığım
Cümlelerin tavafında içimden akan ziftler gibi uzun zamandır

Firkatı sen mi eyledin Sevgili aşka eş?
Gözümden süzülen bir eşk-i nehr uzun zamandır 

Yüzümde el gibi bir fücur öfke
Bakma sakın bakma uzun zamandır

Bir ılgıt erz  cenuba esen nefes kesen 
O ne yar ne nigardır  uzun zamandır

Bu nasıl perdedir ahval-i alkış nerdedir?
Ne acı nisyan ne acı sufle uzun zamandır

Bir kapı aç, bir yola düş
Gördüğün düş, gördüğün düş uzun zamandır

Duvarların içinde bir duvar olsa mesken-i nühüft ;teninin kokusu  efsunludur 
O nasıl teslim nasıl tebeyyün uzun zamandır 

Avcunun içinde bir garip yabancı anlamaz vaziyetten 
Bilmez o nasıl bir sancı
Cahin içinden cahime savrulur inancı
Bu nasıl dem nasıl derun uzun zamandır

Yol da yok yokuş da,çıktığım indiğim keder asfalttan
Bu nasıl kuvvet nasıl derman uzun zamandır

Gözlerinde  toprağın kokusu çağırır
Tecilde ölümden aladır uzun zamandır

Bir gam türedi nefsimden iflah olmaz sukunet gayrı 
Ben nefessiz kaldım ya bu ruh bedenden ayrı uzun zamandır

Özleminden dilim lal ; farzı misal ölümdür uykum 
Nasıl mağfur nasıl mahşer uzun zamandır

Ç. 3'5'14 

2 Mayıs 2014 Cuma

Burda

Durucam burda
Gidişini seyredicem
Kıpırtısız sakin gibi görünücem
Kavgasız olucak
Fırtınasız olucak
Saçmasapan olucak
Organlarım birbirine vurucak
Arkandan sessizce bakıcam
Ve ben yine "salağım" diycem.


Din

Dinin, korku yoluyla öğretilmesinin nedeni, bir gün belayla tutuştuğunda vaziyete şaşırmamandı. 

1 Mayıs 2014 Perşembe

Boş

Görüntüyü fotoğrafa ya da videoya kaydedebiliyorsun.Saklayabiliyorsun bir bellekte yıllarca. Dokunabiliyorsun, işitebiliyorsun, duyurabiliyorsun sesi. Gördüğün her güzel şeyi paylaşabiliyorsun da kokuyu hapsedemiyorsun lakin ; kokuyu paylaşamıyorsun da. Şu baharda içine çektiğin toprakta demlenen  yağmur kokusunu paylaşmanın yolu yok ne acı, yan yana olmaktan gayrı.

Ç.  Dreamhill'14

28 Nisan 2014 Pazartesi

Bgg

Yanıyor mu o hatıranın sıçradığı yer. 
Yanıyor dimi?
Hadi söyle. 
Çok yanıyor. 
Başını kaldırsan ayrı dert
Yüzü eğsen ayrı
Ne çok atmışım bu adımları
Yürümekle bitmiyor yol
Başka şehir başka yüzler başka türlü şeyler
Dinmiyor
Ancak başka yer başka koordinatlar
Başka gezegen belki
Bir ihtimal daha var

27 Nisan 2014 Pazar

Zar

Ne çabuk unutuyoruz her şeyi. İnsanlık olarak yaşanan her şeyi ivedilikle unutuyoruz.  Bundan 5-6 sene evvel Ankara-İstanbul arasında faaliyete giren hızlı trenin her iki denemesinde de üst üste kaza yaptığını ve onlarca insanın öldüğünü hatırlıyor musunuz?
Mazereti: "İnsanlık Haliydi". 

Bize doğuştan bahşedilen süper güçlerimiz arasında en önemli olanı:
 " insanlık halimiz". Bu halimiz ondördünü tamamladığında med cezirle çekiyoruz belayı yeryüzünden.

Ortaokulda fen derslerinde yaptığımuz basit deney düzenekleri vardı. Zili çaldırabilir, pamuğun içinde fasülye filizletebilir, yumurtanın diş macunu ile fırçalanmamış kısmının çürüyüşü ile kitleleri kendimize hayran bırakabilir, güneş enerjisi ile çalışan su ısıtma üniteleri ile Amerikayı yeniden keşfedebilirdik.  Dönem ödevlerine, neden " dönem ödevi" denildiğini biliyor musunuz? Çünkü o ödevler, bir devri kapatıp; diğerini açarlar. 

Zilimizin çalışmadığı, fasülyenin kötü bir koku yaymaktan başka bir işlevi olmadığı, yumurtanın diş macunu ile boyansa da çürüdüğü olmuştur. Sonra unutmuşuzdur; deney'imi kaldırıp çöpe atmışızdır. 

Tren kazasını, demokrasi kazasını, Çernobil kazasını, uçak kazasını, tüm kazaları unuttuk. Enkazları kaldırıp attık. 
İyi olduk böyle. Unuttukça hafifledik. 
Fen bilgisi dersinde deneyip de başarılı olamadığımız deneyler gibi kolayca çöpe atıp. 

26 Nisan 2014 Cumartesi

Chernobyl

Atmosfer önemli. 
Her nesne, biz hepimiz bir resmi güzelleştirmek için varız aslında. Tanrının estetik kaygılarıyla burdayız. Bi çoğumuz neden burda olduğumuzu bile bilmiyoruz. Nezaketen katılınan davetler gibi hayat. 

Bazen, böyle nefesin kesilir ya acıdan; uyuşursun, hissizleşirsin. Sonra tuhaf bi razı oluş başlar. Hangi geceye yatıyosun, hangi sabaha uyanıyosun bilmezsin. 
Birilerinin kadrajına girersin rastlantılarla. Sonra ordan çıkarsın bir başka resimde gülümsersin, bir başkasında ağlarsın. 


Yeryüzünde milyonlarca nükleer patlama var. Boşlukta salınan nötronlar gibi kararsız, savruk birbirimize sokulup atomlaşıyoruz. Korkularımız fisyonla parçalandıkça bedenden bir enerji yayıyor. Olağanüstü tedbirlerle izole olmuş bekliyoruz; reaktörden çıkıp da bir gün kendi Çernobilimizde yok olmak üzere. 

Ç.

25 Nisan 2014 Cuma

Belki Bir Gün

Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.

Ama görmüyorsun. Gece olmuş-insan neyi görebilir ki?

Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok, diyor,
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.

Sadece gecede bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiçbiri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri.

Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana göstermekte,
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım -
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim -
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.

Yannis Ritsos

Yohannis

Tiyatronun bu kadar anlaşılmaz olmasının nedenlerinden biri de: aynı sahneyi paylaşan insanların, seyirciyi unutup, birbirlerine oynamalarıdır. 

24 Nisan 2014 Perşembe

Sail

Önceleri, bir mektup gönderirdin; ulaşıp ulaşmadığını bilmezdin hiç. Günlerce ya da aylarca... Sadece bilirdin, gönderdiğini. Yolda başına gelebileceklerden habersiz, bir umudu zarfın içine koyup da gönderirdin. 
Benim için biraz öyle bu mektuplar..

Postacıyı bekleyecek gücüm olmadığını biliyorum; belki yeterince zamanım da. Kulağıma hoş gelen her adım sesini dinliyorum. 

Belki de Noel Baba gibi. Beklediğim yer yanlış. 


Ama

Bazen kafa gidiyor ya hepimizin; öyle boş boş bakıyoruz birbirimize...

Zaman(lama)!

Zaman: sözlük anlamıyla " belirlenmiş olan andır"
Zamanın ne denli önemli olduğu ile ilgili herkesin bildiği bir şeyler vardır. Yeterince bilinmeyen şu ki:
Mühim olan zaman değil; zamanlamadır. 
Zamanlama, zamanın eylemsizlik biçimidir. 
Zaman yönetiminden bahseden bilimsel çalışmalar, zamanı kontrol altına almanın ve konforlu bir hayat sürebilmenin şifrelerini verirler. Peki ya " zamanlama"?


Zamanlama, zamanın kendi kontrolümüzden çıkarak kaosun eline geçme halidir. " Doğru Zaman" dan bahseden erteleyişlerin, acelelerin ya da geç kalışların mazereti de bu direksiyon hakimiyetini kaybetmekten ileri geliyor. 

Zamanlamayı tutturabilmek, başkalarıyla ortak kümede kesişmek; ortak zamanda rastlantısal olarak buluşmak aslında. 

Rastlantılar, zaman çizelgesindeki akışın patolojik  yollarla yer yön değiştirmesine bağlı olacak kadar mucizevi. 

24'4'14

23 Nisan 2014 Çarşamba

Kaos Düzeneği

Beyin, neyi nasıl düşüneceğiniz konusunda kolayca şekillendirebileceğiniz bir meditasyon alanıdır. Önemli olan konsantre olunan kelimeler ile konsantrasyon alanının dışında kalan uyaranlar arasındaki dengeyi korumaktır. Zor olan beyni istendiği ölçüde figüre etmek değil, uyaranlardan sıyrılabilmektir. Konsantre olabilmek için başvurduğumuz türlü çeşitli yöntemlerin çoğu, konsantre olmak için değil; ertelemek içindir. Bu bazen bir sorunu ertelemek ile hazzı ertelemek arası gidip gelir. Yöntem farklı olsa da içerik aynıdır; ikisinde de endişe : ‘’Nihayet’’ endişesidir.Bazen sahip olunanı kaybetmekten, bazen sahip olmaktan korkarsınız. Farkında olmasak da ‘’Sahip olmak, Tanrıya ait taşıdığımız tek vasıftır; sahip olmak zordur.

Şans denilen şey; onunla henüz tanışmamak ya da tanıştığın anki hazırbulunuşluk düzeyi ile açıklanabilir. Hiç beklenmeyen anda gelen büyük ikramiyeler ya da piyangolar ya da aşkların ardından gelen delirmelerin sebebi de budur. Bir insan için, tam anlamıyla hazır olmak diye bir şey yoktur. Bir şarkı yazarsınız ve iyi olup olmadığına karar verirsiniz. Bir şiir için ya da bir roman için de bu böyledir. Yolda alınan kararlar yanlış ve risklidir. Yolda alınan kararlar beyninizi yönlendiriş biçiminizdir. Sürece etki eder ; ama sonucu asla değiştirmez. Finali görmenin tek yolu oraya yürümekten ya da zamanda yolculuk yapmaktan geçer.

Bir düşünelim sadece beynimizi yönlendirdiğimiz  algılayış biçimleriyle, gerçeği nasıl ve ne ölçüde etkiledik? Sadece inandığımız bileşenler ile bütün denklemi  çözdüğümüzü varsaydık.Bir sonraki  levela geçtik;orada bir şeyler hep ters gitti ve sağlama aldığımızda sonuç ;problemin kendisini vermedi.  Kaç kez..? 

Bir durum, nasıl düşünmek isterseniz o ölçüde yön değiştirir; sonuçta bizler, inanmak istediğimize inanırız ve artık gerçek gözümüzün önündeki silüetten ibarettir. Yanlış anlamaların çoğu ; istendik bir meditasyon tekniğinden başka bir şey değildir.


Sonuca gelince…Sonuç, kelebek etkisiyle yaşanmış ya da yaşanmamış olarak ait olduğu gerçek zamanda  var olmaya devam eder.Hayatın geri kalanında yaşanan acı ya da mutluluk türevi tüm duyguların kabulleniliş eşiği buradan gelir. Hiç kaybolmamış ‘’diğer son’’un varlığından haberdar olmak,hayatına devam etmeyi güçleştirir. İşte bu noktada,beynin meditasyonu devreye girer ve huzurlu hissedebileceği bir gerçekliğe inanır hayatına devam edebilmek adına. Olayların akışı, beynin kontrolü altına girer.Bu aşamada kişi mutludur çünkü salgıladığı hormon onun bir süre bu halüsinasyonda kalmasını sağlar.Hormon seviyesi giderek düştüğünde, süreç tamamlanmış  olur. Artık olduğu yer finalle karşılaştığı yerdir.
Baktığında şunu farkeder: ‘’Son, asla değişmemiştir.’’

Küf Noktası

Bir şeyi bilmek, onu değiştirebileceğiniz anlamına gelmez. Bilginin her zaman bir ölçütü yoktur ve sınanmayan bilgiler cehalete mahkum olur. Bazen doğru cevabın verilememesinin sebebi, doğru sorunun sorulmamış olmasıdır. İyi bir ölçme işleminden geçmeyen bilgilerin geçerliliği için çan eğrisine ihtiyaç duyulur. Hayattaki tüm sınavların geçer notu, çan eğrisi üzerinden hesaplanır. Ölçüt şudur: "Birileri başardıysa sen de başarırsın.", "Birileri tökezlediyse, sen de düşersin. " Eğer çoğunluğun kaldığı sınavdan sen de kaldıysan, bu seni fazla üzmez." Ama çoğunun rahatlıkla geçtiği sınavdan kaldıysan, sorgulamaya başlarsın. Cehaletin kapıları böylelikle aralanır. Cehalet, insanları  birbirine en iyi yaklaştıran meziyettir. Sevdiğim bir insan şöyle bir şey söylemişti: " Yanı başımızda insanlar savaşıyorlar; din, ırk ve mezhep savaşlarıyla her gün onlarca insan ölüyor ve iki insanın birbirini bulması o kadar zor ki aslında,neredeyse imkansızı başarıyoruz; aşk bir mucize. "  Marquez'in veda mektubunu düşünüyorum. "Ölüm, yaşlanma ile değil unutma ile gelir"  diyordu. 
Unutulmayan hiç bir şey ölmez; insan unuttuğunda ölür. 
Ç. 20'4'14

18 Mart 2014 Salı

Trafik

İnsan hayatı da karayolları gibi şeritlerden ibaret. Hızına ve enerjine göre kendine en uygun şeridi seçiyorsun. Optimum hızda aynı uyumu ve eş değer tutarlılığı yakalayanlar orta şeritte, yüksek hızda ve alışıldık telaşla hedefe yönelenler sol şeritte, kararsız yavaş gidenler yol ayrımlarına yakın olmak isteyenler sağ şeritte ilerler. Virajları alamayanlar olur. Hissettiği güç ve performe ettiği tecrübe arasında ters orantı olanlar şarampol kazalarına meyilli olanlardır. Genelde sert bir zemine çakılarak tanırlar hasarı,yarayla öyle tanışırlar. 
Hızı ve heyecanı arasında kararsız kalanlar da şerit değiştirmek isterler ama yeni şeride adapte olmakta zorlanırlar. Yeni şeridin akıcı olması, o sürekliliğe ayak uydurma hissini doğursa da bazen gücü yetmeyebilir, rampalarda zorlanır, diğer sürücülerden tepki alır, eski şeridini düşünmeye başlar ve bir sinyal anını kollarlar eski temposuna dönebilmek için; eski şeridine. Buraya ayak uyduramayıp kaçmak ister fakat kimse yol vermez. 

Bazen şeritler arasında slolom yapanlar da olur. Onlar durağan trafikten hoşlanmayanlar; akıcı da olsa trafik içinde başka bir harita yaratmak isteyenler.  Kendi hızları, kendi kulvarları vardır. 

Emniyet şeridini gerekmedikçe kullananlar, hayatın çakallarıdır onlar; mecbur kalmadıkça yalan söyleyenler gibi.

Çok şerit değiştirenler de, çok şehir değiştirenlere benzerler. Hiç bir yere sığamazlar, her şerit dar gelir onlara. Onlar  asfaltta iz bırakmayı sevenlerdir. 

Dikkatli ve yola konsantre olarak seyir edenler de vardır. Diğer şeritleri takip eder ve hazır olmadan başka şeride geçmezler hep kontrollüdürler ama bir anda takip mesafesini koruyamayarak kazaya meyledebilirler. Önüne bakma rehavetine kapılırlar ve bir süre sonra mesafe algısı kaybolur ve öndeki araca arkadan çarparlar..Artık kazaya dahil olan bir başka hayat daha söz konusudur. Hesapta olmayan bir davetsiz misafirdir hasar, hasar derecelidir..

Bazen iki kişinin arasındaki ani fren bir başkasının hızını da kesebilir, yeterince şanslı değilse o da kazaya müdahil olur ve artık üçüncü bir kişi de olayın içindedir. Bazen bu sayısı artabilir de.

Bu kazalar, birbirine çarpıp kaçan, teğet geçen, sürtünerek kıvılcım çıkartan, şarampolden yuvarlananlar olarak hayatın içindeki kazalara benzerler.Trafik tıkanır çünkü aynı yöne milyonlarca eğilim olur ve  farklı hızlar , farklı travmalar gibi eşitlenirler bu bekleyişte.
 
Ayrı yönlerden başka hızlarla , aynı şeride toplanmaya çalışan insanların öyküsüdür hayat.

Ç. 18'3'14. cagdanserdar.tumblr.com